Işığın ana renkleri, beyaz ışığın içinde gizlidir. Gözümüze gelen ışığı farklı renklerde algılamamızın nedeni, dalga boyu, frekans ve enerjiyle ilgilidir. Ve ışık, sadece gözümüzün gördüğü aralıkta sınırlı değildir.

Newton çarkını çevirince tüm renler beyaz görünür. Çünkü ışığın ana renleri kırmızı, yeşil ve mavi bir aradayken beyaz görünür. Beyaz renk, görünür tayftaki tüm dalga boylarının karışımıdır. Ve ışık tayfında, bir renkten diğerine uzanan geçişler vardır.

İnsanların bir araya gelmesi, artan nüfus ve beraber yaşamasıyla oluşan ideal, siyasi görüş, kültürler arasında da binlerce yıllık, birbirine karışmışlıktan kaynaklanan, keskin olarak ayrılamayacak geçişler vardır. Herhangi bir ülkenin topraklarında on yıllar, yüz yıllar boyunca savaş, göç, salgın hastalık, iklim nedeniyle değişen şartlar, tıpkı ışığın ana renkleri arasındaki geçişle gibi insanları birbirine bağlamıştır.

Zincirin halkalarından biri çekilip atıldığında, bütünlük sarsılıyor…

Filistin’de Bitmeyen Dram

Çocukluğumuzda siyah-beyaz televizyonlardan izlediğimiz, bitmeyen bir dramın ve mücadelenin adıdır Filistin…

Başında kefiyesiyle ülkesinin topraklarını savunan Yaser ARAFAT, özgür bir Filistin yaratabilmek için ömrünü verdi.

Kahramanlar erken uyanır. Liderler genç yaşta yol yürümeye başlar. Cesurlar ve haklılar, bazen kazanır, bazen kaybederler ama tarihe geçerler ve saygıyla hatırlanırlar. Güçlüler ve haksızlar, bazen kazanır, bazen kaybederler ama lanetle hatırlanırlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında saygıyla andığımız kurucu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’nda binlerce insanımızı kaybettik; tüm şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. Kurtuluş Savaşı için yola çıkıldığında elde olanlar; iflas etmiş Osmanlı Devleti, yolsuzluğa batmış devlet kurumları, Duyun-u Umumiye denilen ekonomiyi teslim almış dış güçlere bağlı borçlar kurumu, eğitimsiz bırakılmış ve ulus kimliğinden koparılmış bir millet idi.

Ama “Para yok, silah yok, ordu yok” diyenlere karşı, “bulunur, kurulur” diyen bir adam vardı; Mustafa Kemal…

Tıpkı zincirin halkaları gibi, eldeki tüm imkanları ve kurtuluşa inanan tüm vatanseverleri birbirine bağladı. Mustafa Kemal, emperyalist devletler ve onların taşeronlarıyla savaşmaya, çok genç yaşlarda gittiği cephelerde başlamıştı; onları tanıyordu…

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından, bu zaferi Cumhuriyet ile taçlandırdı ve yaptığı devrimlerle onu sağlam temellere oturtmanın mücadelesine girişti. Ulus devleti inşa etmek, kadınlara eşit haklar sağlanmasının mücadelesini vermek, ekonomik kalkınmayı sağlamak, eğitim seferberliği yapmak, tüm kalıtsal hastalıklara meydan okumaktı. Ve Mustafa Kemal ATATÜRK, tarihin en büyük meydan okumasını yaparak, bunların tamamını sağladı. Sağlam temellere oturtulan çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyeti, tüm mazlum milletlere, özellikle geri kalmış Müslüman coğrafyasındaki ülkelere örnek olmuştu.

Mustafa Kemal Atatürk’ü ve O’nun kurduğu çağdaş Türkiye’yi örnek alan devlet adamlarından biri, Cemal Abdünnasır idi. Nasır döneminde, ülkesindeki krallık rejimine son verildi ve 1953’te çağdaş Mısır devletini kuruldu. Milliyetçi, sosyalist, devrimci bir lider olan Cemal Abdünnasır, sadece kendi ülkesinin değil, Arap coğrafyasındaki pek çok ülkenin kaderini değiştirecek hamleler yapıyordu. Süveyş Kanalı bölgesinin boşaltılması ve millileştirilmesi, Asvan Baraj meselesi, Müslüman Kardeşlerin bastırılması derken, emperyalizmin savaş çığırtkanları İngiltere, Fransa, İsrail, ABD 1956’da Mısır’a karşı kolları sıvadı.  1958’de Mısır ve Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasına öncülük etti. Suriye 1961’de birlikten çekildi. Nasır, Arap birliğindeki devrimci hareketleri destekleyerek 1962 yılında Arap Sosyalist Birliği’ni kurdu.

Altı Gün Savaşlarında (5-10 Haziran 1967) hava gücü ağır darbe alan Mısır devlet başkanı Nasır, Temmuz 1969’da İsrail’e savaş ilan etse de Rogers Planı ile Süveyş Kanalı problemi aşıldı. Cemal Abdünnasır döneminde Ürdün-Filistin çatışması son buldu, Mısır’ın Sudan ve Libya ile olan ilişkileri güçlendirildi.

Atatürk’ün kurduğu çağdaş, laik cumhuriyetle daha sıkı bağlar kurmak isteyen Nasır’a dönemin Menderes iktidarı nasıl yaklaştı?

1952’de NATO’ya giren Türkiye, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirme çabasına karşın, Batılı devletlerin tarafında yer aldı. Fas ve Tunus’un bağımsızlık mücadelesinde olduğu gibi…

Yaser ARAFAT, Filistin’in özgürlüğü için ömrünü harcadı. 1965’te El Fetih’i (Ulusal Kurtuluş Hareketi) kurdu.

Laik Arap milliyetçiliği temeline dayanan El Fetih Hareketi’ni kuran Yaser Arafat, İsrail işgali ve Siyonizm ile olan mücadele temelinde 1969 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderliğini üstlendi. İsrail tarafından işgal edilen toprakların kurtarılması ve Filistinlilerin evlerine dönmesinin, ancak silahlı mücadeleyle olacağına inanan Arafat döneminde, Ürdün ve Filistinliler arasında da çatışmalar yaşandı.

70’li yılların sonundan itibaren Lübnan, Cezayir ve Tunus’ta sürgün hayatı yaşayan Yaser Arafat öncülüğünde, 1987’de Birinci İntifada hareketi başladı. 1988’de başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulduğunu ilan eden Arafat, iki devletli çözüm kapsamında İsrail’in varlığını tanıdığını ilan etti. 1993 Oslo Anşlaşması’nın imzalanmasını ardından, Filistin lideri Yaser Arafat ve İsrail başbakanı İzak Rabin’e 1994’te Nobel Barış Ödülü verildi.

Filistinlilere Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs veriliyordu. 1996’da yüzde 83’le Filistin yönetimine geçen Arafat öncülüğünde, sözlerini tutmayan ve Yahudi yerleşimciler vasıtasıyla işgale devam eden İsrail’e karşı yeni bir dönem başlıyordu. 2000 yılında İkinci İntifada başladı. 2002’deİsrail tarafından Ramallah’ta ev hapsine alınan ve 2004’te hastalanan ve tedavi için Fransa’ya götürülen Yaser Arafat, burada hayatını kaybetti. Ölümüyle ilgili şüpheler halen tartışılıyor ve gündemdeki yerini koruyor.

Emperyalist devletler ve onların üstündeki hegamon güçler, insanlık zincirinin halkalarını kırıyor. Kırılan bir inci kolyeden etrafa saçılan taneler gibi parçalanıyor insanlık. Ve bunların hepsi de dünyanın yüz yıl içinde tükeneceği öngörülen yeraltı enerji kaynaklarının adaletsiz, haksız bir şekilde kullanılmasını kendine hak görmüş, dünya siyasetçilerini kukla gibi kullanan zengin, sömürgeci bir avuç enerji ve silah tüccarı yüzünden oluyor.

7 Ekim’de İsrail’e hizmet etmesi için kurdurulduğu iddia edilen dinci, gerici, anti-laik Hamas örgütünün İsrail’e “operasyon” yapması, bu durumu fırsata çeviren siyonist, faşist, işgalci İsrail devleti tarafından fırsata çevrilerek, Gazze’deki siviller ve geniş olarak tüm Filistinliler üzerinde sistematik bir soykırım uygulanmaya başlamıştır. İsrail zaten rutin bir şekilde Filistinlileri, Yahudi yerleşimciler vasıtasıyla veya silahlı gücüyle öldürerek yok ediyordu. Ancak bu defa, topyekun bir sivil katliamına şahit oluyoruz. Bilginin internet vasıtasıyla hızla yayıldığı 21. yüzyılda, ne Batılı medya kanalları ne de siyasetçileri, İsrail tarafından başta Gazze olmak üzere, tüm Filistin topraklarında yapılan katliamları örtemiyorlar. Çocukları, kadınları, hastaları hedef alıp bomba yağdırıyorlar. Üstelik, Hitler soykırımından kaçan Yahudilere ev sahipliği yapan ve topraklarına kabul eden Filistinlilere bunu yapıyorlar. İnsanlık çıldırmış olmalı…

Ayrımcı Söylemler

Sözlerine “Araplar şöyledir, Araplar böyledir” diye genelleme yaparak konuşmak, tıpkı üst perdeden konuşan egemen güçlerinkine benziyor. İnsanlar eşit doğar. Onları şekillendiren şey, eğitimdir. Son derece eğitimli yazarlar, çizerler ve sanatçılar her toplumda vardır. Ancak çoğunluğun geri kalmaktan çıkarılması için, tıpkı Türkiye’nin kurucu lideri ATATÜRK’ün yaptığı gibi bir eğitim hamlesi başlatılması gerekiyor.

Ortadoğu’da yeraltı kaynaklarının sömürülmesi, kolay kontrol edilebilir dinci örgütlerin kurulması, emperyalist hesaplar, patlayan bombalar, eğitimde geri bırakılmış bir toplum yaratılması, çocukların suçu değil…

Hiçbir çocuk, hiçbir kadın, hiçbir anne bunları hak etmiyor. Ortadoğu, Asya ya da Afrika’da laik, çağdaş rejimler teşvik edilmeli, bilimsel kafa yapısı devlet yönetimlerine hakim olmalıdır. Bu, akan kanı büyük ölçüde azaltacaktır.

Gazze’de yaşananlar, siyaset üstü bir dramdır. Oradaki insanlar, tıpkı beyaz ışığın tüm renkleri toplaması gibi, tıpkı düşen inci tanelerinin yerine konması gibi, tıpkı zincirin eksik halkalarının tamamlanması gibi, insanlığın içinde yer almalılar.

Siyasi hesaplarımızı, sonraya bırakabiliriz. Ama önce ateşkes, önce siviller, önce çocuklar…