Yıllar önce dinlemiş olduğum bir hatıratı paylaşmak istiyorum:

Tuz ve ceza

Beş çocuklu bir ailenin en küçük oğlu olan Behçet,

İlkokulu bitirmiş, ortaokulu ise diğer kardeşleri gibi yarıda bırakmıştır.

Diğer abi ve ablaları kendi çapında işler bulmuş, hayatın zor ve meşakkatli çalışma temposunda yerlerini çoktan almışlar, ağır işlerde çalışmalarına rağmen hakettikleri ücreti alamasalar bile, elleri ekmek tutmaya başlamıştır.

 Behçet’in babası ise kendi çapında, baharat tarzı ürünleri köfteci dükkanlarına satan seyyar satıcılarla alım satım işi yaparak evi geçindirmeye çalışan bir aile babasıdır. 

Fakat son derece sinirli ve asabi, bir o kadar da huysuz ve aksi mizaçlıdır. 

Ailesine karşı göstermiş olduğu gaddar ve acımasız tavırları ile çocukları üzerinde de korku imparatorluğu kurmuştur. 

Evin hanımına, yani Behçet’in annesine de pek söz hakkı tanımadığı için evde her kararı veren sadece Behçet’in babası olmuştur.

Behçet de okuldan ayrıldığı için iş bulmak zorundadır.

Her gün sabah, ayaküstü, ekmek arası peynir zeytin ile sabah kahvaltısı yapar ve erken saatlerde iş bulmak için evden çıkar…

Aradan bir hafta geçmiş olmasına rağmen kendisine uygun bir iş bulamaz.

Behçet’in iyi beslenememezliğinden biraz cılız kalması sebebi ile hasbelkader bulduğu işlerde de işveren Behçet’i işe almaya pek yanaşmaz.

Tabi ki bu durum, akşam eve geldiği zaman evin reisi babasının canını oldukça sıkar.

Behçet’e “Beceriksiz, ne okul okudun, ne iş bulabildin, senin yaşında iken dağdan öküz sürüsünü tek başıma indirirdim.” diye bir başladığı zaman hakaretlerin ve azarın ardı arkası kesilmez. Behçet korkudan evin bir yerine saklanır, ses çıkarmaz, tabi ki akşam yemeği de yemez ve aç açına uyur.

Sabah yine kimseye görünmeden ekmek arası bir şeyler eline alır ve hızlıca evden çıkar.

Derken, bir kış günü, kar tipi göz gözü görmüyorken, Behçet cebinde parası olmadığı, üzerinde de doğru düzgün bir mont olmadığı için sokakta tir tir titrediğinden, böyle bir günde iş miş bulamam düşüncesi ile eve erken gitmeye karar verir.

Behçet eve normalden erken geldiğinde babasının hiç ummadığı şekilde evde olduğunu görünce şaşırır. Biraz da korkar…

Babası Behçet’e “Hayırdır, bugün de yine iş bulamadın mı?” der.

Behçet “Kar, tipi, soğuk,…” diye anlatmaya tam başlayacaktır ki,

Behçet’in babası “Tamam, kes, kes… Senden hiçbir şey olmayacağı belli.

Bari, benim işime yardım et.

Seni ekmek düşmanı, her sabah yarım ekmeği kapıp evden çıkmasını biliyorsun” der.

Ve Behçet’i evlerine 8 km. uzaklıkta kaya tuzu satan bir dükkana kaya tuzu almak üzere, yolunu tarif ederek gönderir.

Behçet çok üşümüş ve donmuş olduğu halde, babasına itiraz edemez ve 10 kilo kaya tuzu almak üzere evden çıkar…

Kar lapa lapa yağdığından yolları, sokak ve caddeleri doldurmuş, tipi nedeni ile de göz gözü görmüyordur…

Behçet yaklaşık 2-3 saatlik yolu, yolda rast geldiği tek tük insana sora sora, 5-6 saatte zar zor tamamlar.

Kaya tuzu satan dükkanı bulmasına bulur, lakin kapalı olan dükkanın kapısındaki “Hava muhalefeti nedeniyle dükkanımız falanca tarihte kapalıdır” yazısı ile karşılaşır.

Behçet donmuş halde, elleri buz tutmuş, dükkanın da kapalı olduğunu görünce endişeye kapılır ve gayri ihtiyari olarak donmuş ellerini pantolonun cebine sokar ısıtmak için.

Fakat yolda kaymamak ve düşmemek için ellerini ara sıra cebinden çıkardığı sırada, babasının ona vermiş olduğu 10 kilo tuz parasını cebinden düşürür ama paranın düştüğünü fark etmez…

Zaten, yolu vaktinde bulmuş olsa, kaya tuzu satan dükkan açık olmuş olsa bile, Behçet o kar, buz, tipi içinde, 10 kilo tuzu alıp yaya olarak eve kadar taşıyacak güçte ve yapıda olan bir çocuk değil…

Haliyle, eve çok geç saatte gelir, evin abileri ablaları işten çoktan gelmiş, yemeklerini yemiş, herkes kendince bir kenara çekilmiş, evin annesi mutfağında bulaşık, kap kacak ile uğraşmaktayken Behçet kapıyı çalınca, kapıyı Behçet’in babası açar ve Behçet’in elinde kaya tuzu göremeyince, sormadan, anlayıp dinlemeden, Behçet’e okkalı bir beş kardeşi yapıştırır. 

Behçet tüm gün dünya kadar yol yürüdüğü ve hiçbir şey yemediği için yorgun ve bitkin düşmüş, ayakta durmaya bile zorlanırken suratına inen okkalı beş kardeş ile neye uğradığını şaşırır…

Behçet’in babası “Neredesin bu saate kadar, hani kaya tuzu?” der.

Behçet kekeleyerek “Dükkan kapalıydı, yolu da kaybettim” der.

 Babası ise “Tuzu alıp gelseydin şaşardım, beceriksiz herif…

Sabah yarım ekmek arası yemesini biliyorsun, ama eve beş kuruş faydan yok” der.

Bir an duraksar, sonra “Tamam, neyse, ver tuz parasını, senden medet umanda hata” der.

Behçet donmuş ellerini cebine sokar ama parayı çıkaramaz. Yerinde yoktur…

Babası “Dur dur, cebinden para çıkarmaktan bile aciz bir adamsın” der.

Ve ellerini Behçet’in pantolonun cebine sokar.

Tabi ki paranın Behçet’in cebinde olmadığını anlar.

“Nerede para, n’aptın 10 kilo tuz parasını?” der.

Behçet dehşete kapılmış bir şekilde, daha da kekeleyerek ”Bilmiyorum” diye cevap verir, korku içinde…

Babası arka arkaya 3-5 tane daha okkalı beş kardeşi suratının ortasına yapıştırır.

Ve “Yürü git şu evden, senin adam olmaya, akıllanmaya niyetin yok, bu soğuk havada dışarıda kal da aklın başına gelsin” der ve ardından da ekler “Sakın iş bulmadan eve geleyim deme”… Behçet’in kolundan tuttuğu gibi kapının önüne çıkarır, sinirli bir şekilde kapıyı yüzüne kapatır…

Behçet epey okkalı beş kardeş yemiş ve donmuş halde, hıçkıra hıçkıra ağlayarak parkın yolunu tutar…

Parkta, onun gibi evsiz barksız kalan kişiler olduğunu biliyordur…

Parka ulaştığında ise bir tenekenin içinde ateş yakmış, etrafında ısınmaya çalışıyorlardır. Behçet onlara bakmaya başlar…

 İçlerinden biri, “Ne bakıyorsun oğlum, sokak lambası gibi, davetiye mi bekliyorsun, donarsın, haberin olmaz, gel, korkma, ısın” der.

 Behçet çaresizlik içinde, hiç tanımadığı ve başına ne geleceğini bilmediği kişilerin yanına gider…

 Tenekenin içinde yanan ateş ile ısınmaya çalışır…

O akşam kar tipi nedeni ile parkta yatacak yer bulur, fakat diğerleri gibi bunun üzerine örteceği bir battaniyesi tabi ki yoktur…

İçlerinden büyük olan “Paran var mı, sana bir geceliğine kiralık battaniye vereyim” der…

 Behçet “Hiç param yok ki” der…

“Nerede züğürt bizi bulur zaten” diye söylenir, fırsatı değerlendiremeyen evsiz abi…

 “Ne iş yapıyorsun oğlum sen?” der.

 Behçet ağlamaklı bir şekilde “İş bulamadım diye zaten babam beni evden kovdu” der…

 “Tamam, kes ağlamayı, kimse burada dert babası değil.

Al şu battaniyeyi, bu geceyi burada geçir, sabah sana uygun bir iş buluruz” der evsiz abi.

Behçet yorgun bitkin halde battaniyenin altında titreye titreye parkta uyur…

Sabah kalkarlar ve Behçet’e bir konfeksiyon dükkanında çırak olarak bir iş bulurlar.

Behçet öğle yemeğini de iş yerinin verdiğine çok sevinir ve çok mutlu olur…

 Gözlerinin içi güler…

Gün boyu canla başla çalışır…

 Akşam iş çıkışı eve gider babasına iş bulduğunu söyler…

Ve eve giriş izni çıkar…

 Devir döner, devran döner…

Aradan yıllar geçer.

Abiler, ablalar çoktan evlenmiş ve başka şehirlere gitmiştir.

Bir çoğu bayramdan bayrama ya gelir, ya gelmez olmuştur…

Behçet’in annesi kahır ve üzüntüsünden, bir gün yüzü görmediğinden, çoktan vefat etmiştir zaten…

 Behçet evlenmiş ve çocukları olmuştur.

 Ve babası ihtiyarlamış elden ayaktan düşmüş,

Behçet’in bakımına muhtaç hale gelmiş, eline düşmüştür…

 Behçet çocukluğunda geçirdiği o kışı, o yorgun ve bitkin halde, tir tir titreye titreye parkta geçirdiği o soğuk geceyi, yediği ayazı ve okkalı tokatları hiçbir zaman unutmamıştır…

Yaşlı babası bir kış günü, soğukta eve gelirken yere düşer.

Gençler düştüğü yerden kaldırır ve koluna girerek eve getirirler…

Kapıyı bu kez Behçet açar…

Babasına “Ne bu hal?” der…

 O da yolda düştüğünü söyler.

“Senin çamurunla, pisliğinle uğraşmaktan bıktım.

Deterjanın fiyatından senin haberin var mı?

Deterjanı geçtim, senin çamurunu, pisliğini kim yıkayacak, yeter, yük olduğun…

Seninle artık uğraşmak istemiyorum” der ve kapıyı hızlıca babasının yüzüne kapatır…

Babası “Oğlum aç kapıyı, oğlum düştüm, üşüdüm, dondum, kapıyı aç” diye defalarca kapıyı çalmış olsa da, Behçet umursamaz ve kapıyı açmaz.

 Babası mecburen geceyi geçirmek ve kendisine uygun bir yer aramak için çıkar dışarıya…

 Hayat dersi böyle bir şey…

 Unutmamak gerekir ki,

 Herkes ne ekerse, vakti zamanı gelince onu biçer…

Güçlü iken merhamet etmeyen, elden ayaktan düştüğünde merhamet bulamaz…

Merhamet eden, kader kıymet bilenlerden olmanız dileğiyle...