Büyüklerimiz dualarında ‘’dünyada mekân, ahirette iman’’ demişler. Diğer taraftan iyi komşu, iyi binek, iyi ev istemek insanoğlunun hakkıdır derler. Dolaysıyla mekân hayatımızın vazgeçilmez ihtiyaçlarındandır. Çünkü ilk insan Hz Âdem (AS)’dan itibaren insanoğlu korunmak için hep kendine bir yer aramış, bazen kaya, bazen ağaç kovuğunda mekan tutmuştur.

Dünya bir imtihan dünyasıdır. Dolaysıyla insanların imkânları da farklılık arz etmektedir. Kimi kiradan kurtulup başını sokacak bir göz oda isterken, kimi de lüks villada strese girer, daha ötesini ister. Varlık içerisinde gönül sıkıntısı çeker. Kim bilir belki de gözünü sadece toprak doldurur.

Kiracı: Kelime olarak bir ücret mukabili geçici olarak kullanan arazi, iş yeri, ev, araç türü şeylerdir. Yani mülkiyetine sahip olmadığı malı ücreti mukabili emanet olarak kullanan demektir. Durum böyle olunca emanete hıyanetlik yakışmaz. İmkânlar oranında kendi öz malı gibi muhafazası gerekmektedir. Fakat insanlar bazı güzel hasletlerini kaybettikleri için bazen bilerek veya bilmeyerek emanete hıyanetlik ediveriyorlar. Örneğin sıfır teslim edilen bir daire ilk kiracıdan sonra tanımaz hale gelir. Kapılar, pencereler, vernikler çizilmiştir, prizler, fayanslar kırılmıştır. Daha neler, neler… Bu noktada şu hikâye her şeyi anlatıyor. Bir zamanlar;

Devesiyle çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükte yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş, bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Devesinden inmiş ve ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi itip deveye binerek kaçmaya başlamış. Bedevi arkasından bağırmış. ’Tamam deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bunu kimseye anlatma’ Bu isteği tuhaf bulan hırsız bir an duraklayıp sebebini sormuş. ‘’Eğer anlatırsan’’ demiş bedevi ’’ Bu her yere yayılır. Ve insanlar bir daha çölde susuz kalan birini görünce yardım etmezler…’’

Bedevi gibi derdimiz deve değil de, kötülüğün yayılmasını önlemek olsaydı, kim bilir millet olarak şimdi çoğu şeyleri halletmiş olacaktık. Kendi nefsim de dahil olmak üzere, iyiliklerden ziyade kötülüklerin yayılmasına hep çanak tutuyoruz. Eşe dosta güzelliklerden ziyade, çirkinliklerin reklamını yapıyoruz.

Kıssadan hisse, önceki kiracıların faturasını sonrakiler öder. Yani ‘’sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer’’ misali ev sahibi akıllanır. Önce acımazsız olur. İşini sağlama almak adına yasal güvence ne varsa uygular. Bu durum karşısında kiracı, yüzüne söylemese de içinden: ’Ne hain ev sahibi, iyi ki bir evi var. Allah böyle gaddar adamları ev sahibi yapıyor. Mecbur olmasam evini tutmam…’ der. Ev sahibi de: ’En iyi okul tecrübedir. Acırsan acınacak duruma düşersin. Emanet güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir. Bunun için başta acımayacaksın, resmi ne gerekiyorsa yapacaksın. Sonra ya kirayı, ya da elektriği, suyu, aidatı ödemiyorlar. Mahkemelerde sürünüyorsun veya insanın elini belaya koyuyorlar.’ Diye düşünür.

Yukarıdaki anlatılanları karşılaştırdığımızda kiracı da, ev sahibi de haklı. Peki, haksız olan kim? El cevap: Emanete hıyanetlik ederek kötü örnek teşkil edenler. Geniş cepheden bakıldığında özellikle Müslüman bir ülkede kiracı – ev sahibi problemi yaşanmaması lazım diye düşünüyorum. Ev sahibi fırsatçılık yapmadan kiracısını misafir görmeli. Kiracı da, uhdesine verilen emanete hıyanet etmemelidir. Böyle olunca ev sahipleri, evini kiralamak isteyen ameleye, ustaya, esnafa, öğrenciye, işçiye, memura, amire acaba korkusuyla yaklaşmaz. Ama bugün çevremize baktığımızda sütten ağzı yanan ev sahipleri hep –acaba- sorusunu soruyor. Daha çok güvencesi olanları tercih ediyor. Kefil veya kapora talep ediyor.

Vesselam ev sahibi Allah’ın kendisine verdiği nimeti fırsata döndürmediğinde, kiracı da, ‘’Parasını veriyorum istediğim gibi kullanırım, kimse karışamaz yerine, adam bu daireye sahip olmak için acaba ne sıkıntılar çekti? Çoluk çocuğunun hangi temel ihtiyacını kısıtladı? Ücretini ödesem de bu bana emanettir. Öyleyse empati yapıp kendi evim gibi görmeliyim ve çoluk çocuğuma bu bilinci vermeliyim. Tahliye ederken de ev sahibine bir telefon edip, ‘evinize bir bakınız, bizden kaynaklanan bir zarar varsa telafi etmeliyim - helalleşmeliyim. (eminim ki kiracılar bunu söylediğinde dünyalar ev sahibinin olacak, ufak tefek arızalar olmuşsa ‘boş ver araman yeter’ diyecektir. Bu inceliği, yıllar önce Osmancık icra müdürlüğünde çalışan benim kiracım gösterdi. Tebrik ediyorum) Ve asla borç takmamalıyım ki, ev sahibim benden sonra gelecek kiracıya daha rahat versin.’ Düşüncesinde olduğunda her şey yolunda olacaktır. Sözleşmeye bile gerek kalmayacaktır.

Farklı şekilde kiracıların azımsanmayacak kadar olduğu ülkemizde, kiracıların – ev sahiplerinin doğru iletişimi için dikkat edeceği sosyal hususlar mini bir konu olarak ders kitaplarımızda yer alabilir. Daha küçükken çocuklarımız okullarda kiracı veya ev sahibi çocuğu olarak nezaketi, emaneti öğrenir. Aşağıda anlatacağım yaşanmış olayda takdire şayandır. Ev sahibi isek çocuklarımıza bi zahmet anlatalım.

‘Beşiktaş’ta ki evimizin bahçesinde eski bir bina vardı. Onları biraz düzene sokup bölümlere ayırdık ve kiraya verdik. Orada oturan kiracılar sık sık evimize gelir misafirimiz olurdu. Yine bir gün evde otururken başka bir tanıdığımız daha geldi ve onların kim olduğunu sordu. Ben de ‘’bunlar kiracılarımız’’ dedim. Bunu duyunca babam çağırdı ve dedi ki, ‘’yavrum hiç öyle denir mi? Misafirlerimiz demeliydin. Kiracılarımız sözünde bir gurur ve enaniyet vardır Sen bu sözünle onları mahcup edebilirsin. Hâlbuki Allah bu nimeti bize başkalarına üstünlük taslamak için vermedi. Olsa olsa nimete şükretmek için verdi.’’ Bundan sonra bende bir daha kiracımız kelimesini kullanmadım.

Ev sahibi ile aynı apartmanda kalan kiracılar bazen sıkıntı çekerler. Ev sahipleri yukarıda anlatılan türde inceliği çocuklarına tembih etmezlerse, gayri ihtiyari olarak da olsa çocukları, kiracının çocuklarına karşı kendini üstün görebilir. Kavga yaptığında veya kızdığında ‘siz bizim kiracımızsınız, bizim istediğimiz olur’ diyebilir.

Yıllar önce, Ankara’da ev sahibiyle karşı karşıya duran bir yakınımın evine misafir geldiğinde, ‘’aman ev sahibi görmesin, yoksa ‘burası Çorum’un oteli mi? Gelen giden eksik olmuyor’ diye gelen misafirlere kızıyor. Daha da olmadı ayakkabıları merdivenden aşağı atıyor.’’ korkusuyla ayakkabıları hemen içeri sakladığını hatırlıyorum. Kirasını verdiğin dairede memleketten gelen misafirlerini rahatça ağırlayamamak ne kadar acı bir durum değil mi?

arada bazı ev sahiplerinin ilk kiraya verirken, güvence bedelini TL olarak almalarının (ben İstanbul’da oğlumun evine vermek zorunda kaldım. Dedim uygun değil, bugün bir çeyrek alır, çıkarken belki hiç almaz. Dedi haklısın ama yine de almadan vermedi) doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü bugün verdiğim güvence bedeli beş yıl sonra evini hiç zarar vermeden tahliye ettiğimde tabiri caizse erimiş olarak dönecektir. Gerçi bununda hiç dönmediğini söylerler. Evinde zarar yoksa bu da bir kul hakkıdır. Netice olarak yıllarca kirada kalmış ve daha sonra ev sahibi olmuş biri olarak iki tarafında kendine göre zorluklarını gayet iyi bilirim. Çözüm noktası ise sadece samimi olarak empati ve gereğini yapmaktan geçiyor.

*

Büyükler der k;

Dünya da mekân, ahirette iman

Rahat bir evde durmak ister her insan

Lakin dünya hali bu, kimi villada durur

Kimi de delme – çatma kulübede ölür

*

Bizde, ev sahibi de – kiracı da olmak zordur

Kimi, zam yapmak için fırsat peşinde koşar

Kimi de, boşalan lüks dairesini görünce şaşar

Yeniden kiraya verirken hep önyargılı bakar

İşin özeti, gidenin hatası hep geleni yakar

Menfaate herkes kendi cephesinden bakar

Vesselam, kiracıda – ev sahibi de olmak zor

Bir sıkıntı olursa, ateş düştüğü yeri yakar

*

Kiracı, ev sahibinin özel misafiridir

Bu misafirlik bazen kavgayla biter

Niçin mi? Ya kirayı vaktinde ödemez

Ya da giderken, elektriği, suyu takar

Olmadı, birde üstüne helayı tıkar