Şehirden yüksek, şirin bir dağ köyünde zemherinin soğuğunda dünyaya gözlerini açtı. Dünyaya ayak bastığı andan itibaren çileyle geçecek bir hayat onu bekliyordu. ’’Kız erkek arasında ayrım yapılmasına müsaade edilseydi, ben kız çocuklarını tercih ederdim’’ diyen bir peygamberin ümmeti olmasına rağmen peş peşe kız çocuğu olunca öfkelenen, bundan sonra doğacak çocuklar oğlana dönsün diye ablasına Döndü adını koyan ama yine kız çocuğu doğunca artık yeter niyetiyle adının Yeter olarak konduğu bir kız çocuğu.

1942 yılında gece meydana gelen Çorum depreminde küçük oğlunu kucağına alıp dışarı kaçarken, merdivenlere geldiğinde kucağındakinin oğlan değil kız çocuğu olduğunu anlayınca oraya bırakıp, oğlan çocuğunu kurtarmak için eve geri koşan bir babanın kızı.

İlkokula başlayıp ancak okulun yıkılmasıyla üçüncü sınıftan itibaren okuma imkânı bulamamış kız çocuğu. Eşi rahmetli olmuş ve üç çocuğu bulunan köy muhtarıyla evlendirilmeye karar kılınmış bir gelin. Babanın karşısında iki kelam edemeyen ancak, söz kesildiğinde ablasının da kocasından ayrıldığında maddi manevi hiç hak almamasının etkisiyle anasına ‘’Ana izinnamemi alın, ne olur ne olmaz’’ diye resmi nikah isteyince ‘’izinname alınınca or……mu olacaksın?’’ denip fırça yiyen ve dediğine bin bir pişman olan resmi nikahsız olarak evlendirilen genç gelin.

Zamanla muhtarlığın ve çevrenin etkisiyle eşinin üzerine kuma getireceğini duyunca; ’’Ne olur, üç çocuğumun üzerine getirme, düzenimizi bozma, ben sabredemem’’ diye eşine günlerce yalvarıp sonuç alamayınca kuma olarak gelecek kadının ailesine yalvaran ama söz dinletemeyen o anne.

Kuma geldiğinde dayanamayıp üç çocuğuyla babasının evine giden anasının sahiplenmesine rağmen ama asabi babasının ‘’çocuklarını at öyle gel’’ teklifi karşısında ‘’Ben yavrularımdan ayrılamam. Onların hasretine dayanamam. Tek yavrularım yanımda olsun da ben bağda bahçede bir fazla çalışırım’’ diye babasına yalvaran o anne.

Babası kızmasın diye bağa bahçeye çalışmak için koşarak giden, sofraya oturmaya çekinen ve çocuklarına ‘’yavrum dedeniz varken sofraya oturmayın da ben size saklı getiririm’’ diye gözyaşları içerisinde tembih ederken aynı zamanda ‘’ Allah’ım beni çocuklarımdan ayırma, babalarına da akıl fikir ver ‘’ diye durmadan dua eden o anne.

Bir taraftan orak tarlasında ‘’Yeşil ördek gibi daldım göllere, sen düşürdün beni dilden dillere’’ türküsünü mırıldanırken diğer taraftan çevreden gelen ‘’yaşın genç, çocuklarını babasına at, yeniden evlen’’ teklifleri karşısında ‘’çocuklarımı babasına atarsam, kendimi de Kızılırmak’a atarım yaşayamam’’ diyecek kadar koyunun kuzusunu kokladığı gibi çocuklarını bir fazla koklayan anne.

Üç yıl sonra eşinin aklının başına gelmesiyle mi, yoksa duasının kabul olmasıyla mı bilinmez eskinin üzerine sünger çekilip geri getirmek istediği noktasında aracılar kapıyı çalınca ‘’Rabbim sana şükürler olsun, yavrularım yuvasına tekrar kavuşacak’’ diye şükreden o anne.

İlçe de okuyan çocukları için merkebe odun yükleyip, bir eline yoğurt sitilini diğer eline yumurta sepetini alıp 4-5 saat yürüyerek gelip şehirdeki çocuklarının evine bırakıp sonra akşam olmadan köyüne dönmeye çalışan o anne.

Hayatı boyunca eşi ve kumasıyla kavgasının eksik olmadığını gören çocuğunun, annesinin gözyaşlarına dayanamayıp ‘’anne ben o kadını öldüreyim dediğinde – oğlum sen oku kendini kurtar hayat nasıl olsa geçer’’ deyip, zamanla üniversite de okuyan oğlunun cebine zorda kaldığında bozdurursun diye bir cumhuriyet altını koyan ama oğlunun ‘o anamın hatırası’ diye bozduramadığı ve diploma ile birlikte o altını da annesine teslim eden evladın annesi o anne.

Anne – babası rahmetli olunca erkek kardeşi tarafından kızlara miras verilmez diye diğer kız kardeşleri gibi mirastan mahrum bırakılan, diğer kardeşleri haklarını aramak için mahkemeye gidince ‘’ben mal için kardeşimin karşısına çıkmam’’ diye ince düşünen o anne. Kaderin cilvesi olmalı ki, yıllar sonra bacısının durumu iyi olunca ondan maddi bağlamda destek istemek zorunda kalan kardeşin ablası yine o anne.

‘’Her gecenin nehari, her kışın baharı vardır’’ sırrınca, eşi rahmetli olduktan sonra, Yaradanın lütfuyla hayatı değişen, maddi bağlamda hiçbir ihtiyacı olmayan ‘’çöplükte biten ağacın meyvesi daha iyi olurmuş’’ misali çocuklarının durumu iyi olan ve annelerine vefa da kusur etmemeye çalışan, tabiri caizse 7/24 zaman diliminde el pençe duran evlatlara sahip olan o anne.

Çocukların günahı olmasa da, büyüklerin hatası ve annenin masumiyeti nedeniyle kin ve nefret gözlüğüyle bakılan ama babanın rahmetli olmasıyla bir anda ‘’İnsanları acı hatıralar kadar, hiçbir acı birbirine bağlamaz’’ (Lovis Verneuil) sırrınca, özlük – üveylik sona erip samimi kardeşliğin filizlendiği, köy yeri olması nedeniyle maddi değeri olan miras bırakılmadığı için geçmişin daha kolay unutulduğu ve bugün 85 yaşına merdiven dayamış iki kumanın yan yana oturunca mutlu olduğu, hatta bir düğünde komşuların ısrarı ile iki kuma beraber oynatılınca, rahmetli amca bu günleri görseydi ölmezdi diye espri yapılan (kuması hakkın rahmetine kavuşmuştur) yemek yiyip, çay içip, sohbet ettiği annelerden biri o anne.

Anneler bilirim, ÇOCUKLARI İÇİN kendilerini feda ederler.

Anneler bilirim, KENDİLERİ İÇİN çocuklarını feda ederler.

Özelde bu annenin, genelde tüm annelerin ellerinden öpüyor, sağlık, sıhhat ve afetlerden uzak afiyetler içerisinde yaşam sürmelerini diliyorum..

NOT : ( Bu hayat hikayesini, Kanal 7 TV’de İkbal Gürpınar ve Atv ‘de Zahide Yetiş hanım okudu)