1-- Uzakdoğu’da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist rahip, kapıda duran yabancıya baktı. 
Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist rahip bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki  suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki Budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
Hayat akarken, bilgeliğe giden yolu bilen için her zaman bir çözüm vardır. Sonucunda bilgeliğe de kavuşacaktır.
2-- Başucu kitabım “Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah’ın” yazarı Ömer Özcan 1924 Malatya Yeşilhisar doğumludur. İlkokul, Ortaokul ve liseyi Malatya’da okuyan Ömer Özcan, yüksek öğrenimini Silahlı Kuvvetler adına Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. 
Hiciv ve mizah seviyorsanız, mutlaka bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Hiciv ve mizahın içinde gülme vardır, nükte vardır, iğneleme vardır, şaka vardır, alay vardır, hoşgörü vardır, bilgelik vardır. Önceleri Tanrı’ya, din adamlarına yapılan eleştiriler, daha sonraları devlet adamlarına ve zalimlere yöneltilmiştir.
Mizah, eğlendirmek, güldürmek ve birinin bir davranışa incitmeden takılmak 
amacını güden ince alaydır. Hiciv, bir kimseyi, bir toplumu, bir düşünceyi ya da bir geleneği yermek için yazılmış, söylenmiş, söz, taşlama, yergidir. 
3-- Yunus Emre (1250-1320?) şeriatın cennetine karşı Tanrı’ya şöyle seslenir;
Cennet cennet dedikleri, / Bir ev ile birkaç huri,
İsteyene sen ver onu, / Bana seni gerek seni…
4-- Behlül Dana (?? Harun Reşit 800-900) halk arasında yaygın olan softaların uydurdukları söylemlerden yola çıkarak Tanrı ile dertleşiyor;
Adem’i balçıktan yoğurdun yaptın, / Yapıp da neylersin bundan sana ne?
Halk ettin insanı saldın cihana, / Salıp da neylersin bundan sana ne?
5-- Kul Nesimi (17 y.y) yaşamıştır. 15. Yüzyılda Halep’te şeriata karşı geldi diye derisi yüzülerek öldürülen Seyit Nesimi ile karıştırılır. 
Aşağıdaki şiir Kul Nesimi’ye aittir. 
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi,
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni.
Nesimi’ye sordular, kim yarin ile hoş musun?
Hoş olayım olmayayım, o yar benim kime ne?
6-- Kaygusuz Abdal’da(14-15 y.y) dinin kurallarına karşı çıkar, Tanrı ile söyleşir;
Kıldan köprü yaratmışsın, / Gelsin kulum geçsin diye,
Hele biz şöyle duralım, / Yiğit isen geçe Tanrı..
Garip kulun yaratmışsın, / Derde mihnete katmışsın,
Anı âleme atmışsın, / Sen çıkmışsın uca Tanrı…
7-- Azmi Baba (16 y.y) ise Tanrı’ya bir başka dille sitem eder,
Denizleri yarattın sen kapaksız, / Suları yürüttün elsiz ayaksız,
Yerleri temelsiz, göğü dayakasız, / Durdurursun acep iskâncı mısın ? 
Kullanırsın kanatsızca rüzgarı / Kürekle mi yaptın sen bu dağları?
Ne yapıp da öldürürsün sağları!/ Can alıp verirsin, sen cancı mısın?
8--Hiciv Karacaoğlan’la (17.y.y) göklerden yere inerek insanlara bulaşır.
Karacaoğlan der ki, ne ister bizden, / Hiç gitmiyor gönül gelinden kızdan,
Günde beş yüz sarım gelse faizden, / Dünyada tükenmez mal ister gönül…
Karacaoğlan der ki bakın olana, / Ömrümün yarısı gitti talana,
Sual eylen bizden evvel gelene / Kim var imiş, biz burada yoğ iken?
                            26 Ocak 2024 / Mehmet Özata