Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Osmancık Şubesi Düşünce Seminerleri kapsamında Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Evkuran'ı misafir etti.

Prof.Dr.Mehmet Evkuran, ‘ Kimliğimiz, İnancımız, Siyasetimiz’ konulu bir söyleşi gerçekleştirdi.

“Değerler ile gerçek hayat arasındaki gerilim sadece biz Müslümanların sorunu değildir. Belki de tüm bir insanlık tarihi boyunca, inandığı din ve savunduğu ideoloji her ne olursa olsun her toplumun ya da gurubun tartıştığı köklü bir problemdir” diyerek konuşmasına başlayan Mehmet Evkuran, “Hayatı tutarlı yaşamak ve gerçekleri inanca/düşünceye/değerlere uyarlamak arzusu ideal sahibi her insanın problemi olmalıdır. Günümüzde İslam ve Müslümanlar ekseninde pek çok tartışma gündeme gelmektedir. Temelde şikâyetlerin ve eleştirilerin yoğunlaştığı ana nokta, dindar ve muhafazakâr kesimlerin, ahlakî açıdan tutarsız ve çelişkili davrandıkları, güvenilirliklerini kaybettikleridir. Bu sadece politik amaçlarla dışarıdan yapılan kötü niyetli bir eleştiri değildir. İçeriden de samimi ve dindar insanların benzer eleştirileri yaptıkları görülmektedir” diye konuştu.

“Dindar insanların topluma ve dünyaya yönelik vaadleri suya mı düştü? Bu nedenle mi toplumda deizm ve aldırmazlık yükselmektedir? gibi sorular, inançlı her insanın gündemini oluşturmaktadır” ifadesini kullanan Prof. Dr. Mehmet Evkuran, konuşmasında şunları kaydetti:

“15 Temmuz sonrasında yaşanan gerilimli sürecin toplumsal sonuçlarını iyi anlamak ve doğru yönetmek zorundayız.

Dinî değerler üzerinde yaşanan yıpranma, tükenmişlik, yoğunluk sonrası yorgunluk türünden dile getirilen eleştirileri ciddiye alarak düşündüğümüzde karşımıza çıkan ilk sorunu, mevcut din ve toplum anlayışımız olarak tespit edebiliriz.

Burada gerçekte neyi ya da hangi şeyi sorguluyoruz? İslam’ın yüceliği, tamamlanmışlığı, mükemmelliği söyleminin arkasında sığınan ve her türlü eleştiriyi geçersizleştiren romantik ve tutucu anlayışın bizi getirdiği nokta bellidir. Özellikle FETÖ ve selefîlik konusunda beslenen aşırı iyimserlik, bizi daha kötüsü düşünülemeyecek kriz ve çatışmalarla karşı karşıya getirdi.

Bir dünya görüşünün kalitesi ve insanîliği, onun siyaset ile imtihanında anlaşılır. Türkiye’de mücadele veren İslamcı, muhafazakâr anlayış bugün çetin bir sınav vermektedir. Otoriter ve pragmatik savrulmalar olduğuna dair benim de paylaştığım sorunlar yaşanmaktadır.

Eski mahallesine olduğu kadar toplumsal çeşitliliğe de arkasını dönen ve sadece günü kurtarma ve çıkarını en çoklaştırmak için çalışan, donanımlı ancak eleştiriye ve diyaloga kapalı bir bürokrat-siyasetçi tipi güç kazanmaktadır. Bu tür, bizi ne kadar temsil etmektedir? sorusunu sormak zorundayız. Zira benin ulaşmakta zorluk çektiğim ve sözümü dinlemeye istekli olmayan bu tür iktidar ve makam sahiplerine, her nasılsa biz zamanlar canımıza okumak için çalışan yeni milliyetçi-muhafazakâr fırsatçı tipler kolaylıkla ulaşabilmekte ve hatta birlikte iş görebilmektedirler. Bunda bir sorun olduğunu düşünenlerdenim ben.

Dikkat ediniz! Kurumlarda ve kuruluşlarda duruşuna ve dürüstlüğüne güvendiğin kaliteli insanlarda gördüğüm ortak bir duygu var. O da küskünlük, kırgınlık, öfke ve hayal kırıklığı… Bu duyguların kişisel beklentileri le ilgili olduğuna inanmıyorum. Daha asil, daha derinden ve köklü nedenlere bağlı bir kaygıdan söz ediyorum.

Toplumun, inancımızın ve değerlerimizin geleceğine dair taşıdıkları kaygıdır bu duyguları hissetmelerinin nedeni. Ancak yönetici koltuğunda oturanların ya da söz sahiplerinin ilgisizlikleri, bu duyarlıktan uzak olmaları ve ‘başka’ hesaplarla ilgilenmeleri, bizi ve sizleri bir süre daha yoracağa benzemektedir.

Peki ne yapmalı? Ben sivil alanın güçlendirilmesi gerektiğini öneriyorum. Siyasetin dışında kalan ortak ilgi alanlarına yönelmeliyiz. Bunun başında da nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz? Sorusu gelmektedir. Çocuklarımızı ve gençlerimizi ve aslında kendimizin eğitimini gözden geçirmeli, değişen dünya koşulları çerçevesinde güçlendirilmesi ve desteklenmesi gereken noktaları doğru tespit etmeliyiz.

Kültür, sanat, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, problem çözme, anlama ve birlikte iş yapma gibi özellikleri çocuklarımıza kazandıracak eğitim imkânları ve ortamları oluşturmak zorundayız. Umudumuzu kaybetmeden STK’larımızı doğru ve etkin çalıştırmalıyız. İktidarla aşırı özdeşleşmek hayra alamet değildir bence. Eleştirel bir mesafe koyarak bizi yönetenlere istikamet veren bir güç oluşturmak önemlidir”