İnoğlu, yaptığı basın açıklamasında ekonominin gündemine değinerek bugünkü iktidarın, “fakirleştiren büyüme tezi”ni hayata geçiren ilk iktidar olarak tarihe geçeceğini kaydetti.

İnoğlu, "Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın verilerine bakıldığında; GSYH büyüme rakamlarına göre dikkatinizi çekerim “rakamlara göre” diyorum, 2013 yılından bu yana, 2019 yılı hariç, her yıl büyümüşüz. Peki, bu büyüme rakamı refahımızı artırdı mı? Yoksa insanımızı daha da fakirleştirdi mi sorusunun cevabı mühimdir aslında?" diyerek, açıklamasını şöyle sürdürdü:

"Ya da toplumun seçilmiş, imtiyazlı, iktidarla bağı güçlü küçük bir kesiminin zenginleşmesi pahasına, toplumun büyük bir kısmı fakirleşti mi? Bu sorunun cevabı net olmalıdır. Cumhuriyet tarihinde, dolar bazında kişi başına gelirin arka arkaya yedi yıl düşüş gösterdiği tek dönem; 2014-2020 yılları olmuştur. Savaş dönemlerinde, darbe dönemlerinde, dünya ekonomik buhranında dahi yaşanmamış bir refah kaybı yaşanmıştır bu son dönemde. Bu veriler, TL bazında büyümemize rağmen, artan nüfusla birlikte kişi başına refahımızın azaldığını göstermektedir. Yani sözde büyüyoruz ama insanımız her geçen gün daha da fakirleşiyor. Daha da vahim olan ise ülkenin genelinin dolar bazında geliri düşerken, dar gelirlinin milli gelirden aldığı pay azalmaktadır. Özellikle son günlerde dolar kurundaki hızlı artışla birlikte “bordro mahkumu” ücretlilerin geliri eriyip gitmiştir. Doları, serveti olan zengin kesim daha da zenginleşirken, dar gelirli daha da fakirleşmiştir. Asgari ücretlinin maaşındaki erime akıl almaz boyuta ulaşmıştır. İşte yıl başında, yaklaşık 385 dolara tekabül eden bir asgari ücretlinin maaşı, bugün 206 dolar seviyelerine gerilemiştir. Şimdi %30-35 zam yapacaklarını söylüyor, bununla da övünüyorlar. Hayat pahalılığı böyle artmaya devam ettikçe, enflasyon sürekli artıp, alım gücü de sürekli düştüğü müddetçe; %40 yapsanız ne olur, %60 zam yapsanız ne olur?

Bugün %100 zam yapsanız bile, dolar cinsinden karşılığı ancak geçen seneye denk gelir; bunun adına da zam denmez! Reel efektif döviz kuru ise bu dönemde tarihin en düşük seviyesini gördü! Akıl dışı ekonomi politikaları, ülkemizi adete ucuz bir pazar haline getirdi. Bulgarlar Trakya illerimize, İranlılar Doğu illerimize artık günlük alışverişe geliyorlar. İstanbul, Antalya, Muğla yine aynı şekilde pek çok ülke vatandaşının akınına uğruyor. İnsanımızın fakirleştirilmesine büyüme diyenler bu duruma da “Turizm şahlanıyor!” diyeceklerdir ki diyorlar da zaten! Sadece bununla sınırlı kalmıyor bu durum. Türkiye, birilerinin iştahını kabartan bir ülke haline getirildi. Çok basit bir örnek; kendi insanımız ücreti ortalama 500 bin liradan başlayıp 1 milyon liraları aşan bir konutu ömür boyu çalışsa alamaz, hayal bile edemez. Fakat 40-50 bin dolar veya euro olunca bu rakam, başka ülke vatandaşları tarafından çerez gibi satın alınıyor! Ne diyordu geçmişte Sn. Erdoğan; “Para, tıpkı bayrak gibi tıpkı milli marş gibi bir ülkenin gücünü, itibarını, bağımsızlığını simgeler. Paranın itibarı milletin itibarıdır.” Gelin görün ki itibarımız her geçen gün örseleniyor, hem de iktidar bunu bilerek ve isteyerek yaptığını ifade ediyor artık!

Bu duruma da yeni bir kılıf uydurma telaşındalar şimdi! Dövizle baş edemeyen iktidar, Türkiye’yi güya “Çin modeli” ile kalkındıracakmış. Bu “Çin sevdası” bugün değil, çok daha önceden başlamıştı bu arkadaşlarda. 19 yılı geride bırakan bir iktidarın, 20. yılında Türkiye’ye önerdiği model bu mu olmalıydı? Bir türlü makulu bulamıyor bu arkadaşlar, en büyük problemleri de bu; dünden bugüne değişimleri arasındaki açı farkı hep 180 derece! Bir tren bu hızla makas değiştirirse, sonu ne olur hepimiz tahmin edebiliyoruz.

YA BİLMİYORLAR YA MİLLETİ KANDIRIYORLAR!

Ülkede ekonominin kitabını yazdığını iddia edenler, “faizle mücadele” ile “faiz oranı ile mücadele” arasındaki farkı bilmemektedir. Bir tarafta Merkez Bankası politika faizleri düşürülürken, diğer tarafta Hazine’nin daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalmasının ne anlama geldiğini ya bilmiyorlar ya da milleti kandırıyorlar. Yani iki ihtimal var; ya bilmiyorlar ya da kandırıyorlar; her iki durum da birbirinden vahim! Aslında doğrusunu söylemek gerekirse; Türkiye yönetilemiyor. Türkiye, ekonomiden dış siyasete, güvenlikten sosyal politikalara kadar adeta savruluyor. İktidara gelir gelmez 100 günlük programlar açıklanıyor, sonra vazgeçiliyor. Enflasyon hedefi ve ekonomi politika programı açıklanıyor, sonra vazgeçiliyor. Yıllarca ithalata dayalı ekonomiyi savunanların, dolar başını alıp gidince tek hedefi birden ihracat oluveriyor. Ülkede tüketici güven endeksi oluşturulmaya başlandığı 2004 yılından bu yana en düşük seviyesine indi

Ne yaptığını bilmeyen, sürekli makas değiştiren, ülkeyi oraya buraya savuran iktidara kimsenin güveni kalmamıştır. Ülkenin sorunlarını bu iktidarın düzeltebileceğine ilişkin inanç tamamen tükenmiştir. 6 ay önce bugünler için “Uçacağız, herkes bizi kıskanacak!” diyenler şimdi yine 6 ay sonrası için hayal satıyor! 230 aydır iktidarda bulunan bu arkadaşlar, bu süre boyunca yapamadıklarını nasıl olacak da bu 6 ayda yapacaklar? 20 yıllık bir iktidarın, “6 ay vaadi” sadece ama sadece komiktir. Biz Saadet Partisi olarak; değil 20 yılda, 20 günde ülkeye hâkim olan iklimi değiştirir, 20 haftada her alanda gözle görülür bir iyileşmeyi gerçekleştiririz. Geçmişte 11 aylık koalisyon dönemimizde çok şeyi başardık, şimdi de 20 ayda insanımızı, ülkemizi rahatlatacak adımları atarız Allah’ın izniyle… 20 yılda neler yapabileceğimizi ise bu iktidarın havsalası dahi almaz, alamaz! Bu arkadaşlar hep görünüşe, görüntüye oynadılar. Milletin gözünün göreceği yatırımlara kaynakları tahsis ettiler, ülkeyi zengin gösterecek politikalar yürüttüler; yollar, büyük binalar… Bunlar bir ülkeyi güçlendirmez, sadece güzel gösterir. Arkasında yatan borç, o ülkeyi perişan eder bugün olduğu gibi. O binalarda oturanlar rahat edemezler, gelirleri yetmez.

İNSANCA BİR YAŞAM MÜMKÜN

İşte 20. yılınızda; ülkemize, insanımıza yaşattığınız nedir bakalım. Çok üzücü bir noktaya dikkatlerinizi çekeceğim. Emekli bir vatandaşımız, geçinmek için iş arıyor, bir fabrikaya gidiyor. Orada görüşmesi bittikten sonra kenara ayrılmış bayat ekmekleri görüyor. “Benim tavuklarım var, bunları alabilir miyim?” diyor ve evine gidip eşiyle birlikte o ekmekleri yiyorlar. Biz millet olarak bütün bu olanları hep birlikte televizyondan izledik, karı-koca onlar ağladıkça biz hüzünlendik. Bu insanlara yaşattıklarınız karşısında siz ne hissettiniz merak ediyoruz. Bakın, arkadaşlar emekli diyoruz! Emekli! Bu insan çalışacağı kadar çalışmış ve devlet bir anlamda “Sen artık emeklisin, senin için gerekli olan maaşı biz ödeyeceğiz.” demiş. 1500 lira maaş bu ekonomik şartlarda ne anlam ifade eder? Yoldan geçen birini çevirip sorun “1500 lirayla geçinilir mi?” diye çoluk çocuk bile “Geçinilmez.” der. Bu geçim sıkıntısı ortadayken ne diyeceğiz bu insanlara! “Sosyal yardım alın, belediyelere gidin.” Veya biz size ayrıca 400-500 lira daha sosyal yardım vereceğiz mi diyeceğiz? Ömür boyu çalışan insanları emeklilik hayatlarında yardıma muhtaç bırakmak ne demek arkadaşlar! Her şey bir yana, insanlar bunları yaşarken, her şey güllük gülistanlıkmış gibi tavır takınmak hangi vicdana sığar! Saadet Partisi olarak söz veriyoruz; iktidara geldiğimizde yapacağımız ilk iş, her insanımız için insanca yaşamı sağlamak olacaktır. İster emekli, ister çalışan, ister öğrenci olsun; herkes için insanca yaşamı tesis edeceğiz.

Kararlıyız, inanıyoruz ve bunu başaracağız! Her zaman söyledik milli gelirin artması bir ülkeyi güçlü kılar ancak bu yetmez; bu artan milli gelirin toplumda adil bir şekilde dağıtılması elzemdir. Milli gelirin düşmüş olmasına rağmen toplumda adil dağıtım olunca bu sıkıntıların giderileceğini düşünüyorum. Hortumun ağzını değiştireceğiz! Şimdi belli sayıda, çok az sayıda kurumun cebine akıyor bütün gelir, biz onu topluma yayacağız. Bu kadar basit! Olur, yeter ki; siz bunu bir prensip olarak belirleyin. Onun içindir ki Milli Görüş’ün temel konusu milli gelirin artışı ile birlikte adil dağıtımını mutlaka gerçekleştirmektir. İnanın hiç zor değil bu; her bir vatandaşımızın insanca bir yaşam süreceği Türkiye’yi inşa etmek mümkündür! Yeter ki iş başında bulunanların hedefi “Fakirleştiren Büyüme Modeli” değil, “Yaşanabilir ve Yeniden Büyük Türkiye” olsun."