İstiklal Marşının yazılışı ve kabul ediliş öyküsü çeşitli şekillerde tevatür edilir.

bulunan Refik Durbaş’ın “Şiirin Gizli Tarihi” adlı kitabında bu konu doğru olarak anlatılmış olduğu için sizlerle paylaşma gereğini duydum.

Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, (1873-1936) baba tarafından Arnavut, anne tarafından Özbek asıllı şair, veteriner, vaiz, hafız, Kur’an Mütercimi ve Milletvekilliği yapmıştır. Babası Fatih Medresesinde hocalık yapmış olan Tahir Efendidir.

Mehmet Âkif ilk din ve Arapça derslerini babasından aldı. Yüksek öğrenimini Halkalı Baytar Mektebinde yaptı. Burayı birincilikle bitirdi.( 1894) Dört yıl kadar Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan’da çalıştı. İkinci Meşrutiyet ilan edildikten sonra halkı uyandırmak ve İslam Birliğini sağlamak üzere Sırat-ı Müstakim ve Sebil-ül Reşat adlı din dergilerinde şiirler, din ve edebiyat üzerine makaleler yazdı.

Erkân-ı Harbiye’in isteği üzerine Maarif Vekâleti 7 Kasım 1920’de gazetelere ilan vererek “İstiklal Marşı” için bir yarışma açıldığını duyurur. Yarışmada birinci gelecek şiirin yazarıyla bestecisine beş yüzer lira armağan verilecektir. Yarışmaya yedi yüzden fazla şair katılır, ama içlerinde “Marş” niteliğinde olanı yoktur. Maarif Bakanı Hamdullah Suphi ve arkadaşları Âkif’e başvururlar. Âkif’te “Para için yazmam” der. Hamdullah Suphi “Kazansa da para verilmeyeceğini bildirince Âkif şiirini yazar.

“İstiklal Marşı” 1 Mart 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde okunur ve 12 Mart’ta resmen kabul edilir.

Ardından şiirin metni gazetelerde yayınlanır; kartpostal ve levhalar üzerine basılarak bütün yurda dağıtılır. İstiklal Marşı kabul edilmiştir, ama yine para sorunu çıkar. Meclis Muhasebesi memurları “Para çıkışı yapılmıştır, bizden alın da ne yaparsanız yapınız” derler. Bunun üzerine Âkif parayı alır ve yoksul İslam kadın ve çocuklarına dağıtılmak üzere “Darül-Mesai adlı hayır kurumuna verir.

Marş için açılan beste yarışmasına yirmi dört besteci katılır. Bunlardan beşinin besteleri 1924’e kadar çeşitli kentlerde çalınır.

Maarif Vekaleti’nde oluşturulan bir kurul tarafından Ali Rıza Çağatay’ın bestesi kabul edilir. Bu beste 1930 yılına kadar çalınıp söylenir.

1930 yılında ise Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün- bugün de söylenmekte olan –bestesi yeni bir emirle Çağatay’ın bestesinin yerini alacaktır.

Mehmet Âkif, mahalle kahvelerini İslam dünyasını katleden katilin ortağı gibi görür.

Mahalle kahvesi şarkın harim-i katilidir,

Tamam o eski batakhaneler mukabilidir…

Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında din adına yapılan maskaralıklara ve İslam âleminin tembelliğine çok kızan ve bunu kabullenemeyen Âkif devam ediyor.

Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun,

İslam’ı da “batsın” diye tutmuş yediyorsun.

Allah’tan utan, bari bırak dini elinden

Gir leş gibi topraklara kendin gireceksen…

“Kadermiş” Öyle mi? Haşa bu söz değil doğru,

Belanı istedin Allah’ta verdi doğrusu bu

Felâketin başı hiç şüphe yok cehaletimiz,

Bu derde çare bulunmaz, ne olsa mektepsiz.

Ne Kürd elifbeyi sökmüş neTürk okur ne Arap,

Ne Çerkes’in, ne Laz’ın var bakın elide kitap.

Ben de Doğunu cehaletine karşılık Batının medeniyetini şöyle yorumluyorum.

Batı her şeyi sorgular felsefeye tapar,

Doğu her şeye inanır felsefeye yan bakar,

Biri eleştirel akılla düşünür, yapar, satar…

Biri “Her şey Allah’ın Hikmeti” der, yatar yatar…