İnsanın hayatta unutamadığı anıları vardır. Bunlardan bir tanesi de ilk memuriyete başladığı günlerdir. 40 sene önce, liseyi yeni bitirmişti. Henüz 18-19 yaşlarında bir delikanlıydı. O günkü şartlar içerisinde kısa yoldan memuriyete başlamak adına imamlık sınavına girdi, başarılı oldu ve Amasya - Gümüşhacıköy ilçesinin bir köyüne ataması yapıldı. Çocukluğundan itibaren şehir merkezinde yaşamış, dolaysıyla köy hayatından bi haberdi. Ama alışmak zorundaydı. Delme çatma lojmanı rahmetli annesi itina ile temizledi. Biricik yavrusunun görevini en iyi şekilde yapması için elinden gelen gayreti gösteriyordu.

Genç imam camiye gitti ve heyecanla ilk ezanını okudu. Koca köyde sadece bir cemaat geldi. Ertesi gün mübarek cuma idi. Ancak cemaat yokluğundan köyde cuma namazı kılınamayacak ve imamda başka köye gitmek zorunda kalacaktı. Bu durumu görünce üzüldü ve ‘’Eyvah, yıllardır öğrendiğim bilgilerimi kime anlatacağım?’’ diyerek kara kara düşünmeye başladı. Birkaç gün sonra köydeki gençlerle tanıştı. O zaman köyler şimdiki gibi göç vermediğinden bayağı genç vardı. Bu gençleri -kafaya almam gerekir- diye içinden geçirdi. Gençler öğleden sonra tarlada top oynamanın planını yapıyorlardı. Genç imam araya girdi, ‘’uygun görürseniz bende oynayabilir miyim?’’ dedi. Bu söylem karşısında gençler birazcık tereddüt etti. Lisani halleriyle, ‘’imam ne anlar top oynamaktan’’ diye ima etseler de, yine de ‘’tamam hoca seni de takıma alıyoruz’’ dediler. İçlerinden bazıları, ‘’Hoca, topa şöyle vuracaksın, hep karşı tarafın kalesine doğru atacaksın’’ türü taktik bile verenler oldu. Genç İmam hiç sesini çıkarmadan ‘tamam, size bakarak yapmaya çalışırım’’ dedi.

Hâlbuki imam, daha ortaokul yıllarında okulun tüm sportif faaliyetlerinde aktif görev almış ayrıca futbol hakemliği de yapmıştı. Fakat önyargılı olarak aşağılanması karşısında bundan bahsetmedi. Sabrederek zamana bıraktı. Öğleden sonra komşu köyün gençleriyle top oynamak üzere anlaştılar. Genç imam öğle ezanını okudu, namazını tek kişiyle kıldı. Eşofmanlarını giyip top oynanacak alana geldi. Maç öncesi eşleştirme yapılırken bile imamı pek hesaba katan olmadı. Hatta ‘’Hoca, sen şuraya gelecek topları karşı tarafa vursan yeter’’ denildi. Nihayet maç başladı. O da ne? Bizim genç imam oyuncular içerisinde bir numara. Kimse ayağından top alamıyor. Maçı her zamandakinden farklı bir skorla kazandılar. Tabiri caizse gençler şok oldu. Her şeyden önce –hoca- diye hitap ederken –hocam– demeye başladılar. Ve ‘’Hocam, bundan sonra takımın direktörü sen olacaksın’ dediler. Bu teklif karşısında, bunu ancak bir şartla kabul edebilirim dedi ve ekledi.

’’Arkadaşlar, ‘dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır’ (Einstein) sırrınca ülkemizde adettir, muhtemel ki birkaç gün sonra beni top oynuyor diye şikâyet ederler. Benim sizden bir isteğim var. Eğer benim top oynamamı istiyorsanız, yarın mübarek cuma günü. Biliyorsunuz cemaat yokluğundan köyümüzde cuma namazı kılınamıyor. Toptan camiye geleceksiniz ve bu köyde cuma namazı kılınmasını sağlayacaksınız’’ dedi. Gençler imamın bu talebini geri çevirmediler. ’’Tamam, hocam, rakip takımın oyuncularını bile getiririz’’ dediler. Genç imam cuma namazı öncesi sala verdi. Köyün futbol takımında oynayan tüm gençler ve karşı takımda oynayan bazı gençler camiye geldi. Cuma namazını beraberce kıldılar. Genç imam gençlerin hoşuna gidebilecek şekilde kısa ama anlamlı bir hutbe okudu. Namaz sonrası imam, davetine icabet ettikleri için gençlere tek tek teşekkür etti. Gelecek hafta cuma namazına da bir tepsi baklava sözü verdi. Hep beraber komşu köyün gençleriyle top oynayacakları alana gittiler.

Bu arada imamın korktuğu başına geldi. İlçe müftülüğünden köy kahvesine telefon gelmiş, imam sorulmuş. Kahveci de, ‘’İmam top oynamaya gitti’’ diye cevap verince, ‘’İmama söyleyin Pazartesi günü acil daireye gelsin’ diye not bırakılmıştı. Notu alan genç imam pazartesi günü ilçe müftülüğüne gitti. Müftü Bey’in odasına girdi. Müftü Bey, hoş geldin, otur bakalım falan demeden sert bir tavırla ‘’İmam top oynar mı? İmam, camide cemaati bir ise iki, iki ise üç beş yapmaya çalışır. Yaşlılarla oturur kalkar.’’ derken diğer taraftan genç imamın eline sarı zarfı uzattı. Bu duruma imam çok içerledi. Genç imam, şehir merkezinde yetişmenin, çocukluğundan itibaren ayakkabı boyacılığından, sebze satmaya kadar ticaretin içerisinde bulunması nedeniyle kendini ifade etmede mahirdi.

Genç imam; ‘’Sayın hocam, haklısınız, imamın görevi bir cemaatin iki, iki cemaatin, üç, beş, on olması için çalışmaktır. Peki, köyde hiç cemaat yoksa bu nedenle cuma namazı bile kılınamıyorsa, yaşlı kesimde gelmiyorsa o zaman imam ne yapar? Sallar başını, alır maaşını mı? Yoksa görevini aksatmadan top oynayıp bir cemaati üç safa çoğaltıp köyde cuma namazı kılınmasını sağlamışsa, karşılığı sarı zarf mı olmalı?’’ deyince, Müftü Bey, ‘’Delikanlı, şöyle otur bakayım’’ der ve çay söyler. Akabinde elindeki zarfı geri alıp yırtarak çöpe atar. Samimi sohbet başlar.

Daha sonra ki aylarda ilçe kaymakamlığı kurumlar arasında voleybol turnuvası düzenler. Turnuvaya müftülüğünde katılmasını ister. Durum böyle olunca Müftü Bey, genç imamı voleybol takımını çalıştırması için köyden özel çağırır.

Genç imam, köyde ilk kıldırdığı namaz sonrası yaptığı duada ‘’Ya rabbi, bu makam bana çok zor geliyor. Manevi ağırlığı içerisinde eziliyorum. Konusu açıldığında başımı önüme eğmeyeceğim, rahatça konuşabileceğim bir meslek nasip eyle!’’ diye Rabbine yalvarmıştı. Duanın kabulü mü, yoksa kaderin cilvesi mi bilinmez ama birkaç yıl sonra kurum değiştirir. Her aşamasında rahatça konuşabileceği bir kuruma naklen atanır. Memur olarak atandığı kurumda, basamakların hakkını vererek ve her kesimce sevilerek özünü ve sözünü unutmadan ilinde ve komşu illerde en üst kademeye çıkmayı başarmış bir bürokrat olarak görev yapmaktadır.

Özetin Özeti: Kaderin cilvesine bakınız ki, gelen şikâyet üzerine ön yargılı olarak, top oynuyor diye savunmasını istediği, fırça attığı genç imamı daha sonraki aylarda kaymakamlık turnuvasına katılacak olan müftülük takımını çalıştırması için özel olarak köyden çağırtıyor. Günümüzde, yaz kursları çerçevesinde camilerde her türlü imkânın sunulduğu, bahçelerinde top oynayan çocukları görünce, anı defterimde kalmış sevdiğim bu arkadaşımın yaşadığı yukarıdaki hayat hikâyesini -nereden nerelere- diye paylaşmak istedim. Ümit ederim zevkle okumuşsunuzdur.

*

HATIRLATMA: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 666 adet farklı nasihatin yer aldığı ‘’Mahirane Söylemler’’ kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek benden imzalı olarak (okunsun diye maliyetine 30 TL) temin edebilirsiniz.