Bülent Ecevit; 1980 ihtilâlinin ardından Hamzakoy’da “misafir” edildi. Sonrasında siyasi yasaklı olduğu için geçim sıkıntısına düştü. Önceki darbe dönemlerinde olduğu gibi yine hayatını gazetecilik yaparak kazanmaya çalıştı. Ne düzenli bir geliri, ne de üzerine kayıtlı bir mal varlığı yoktu. Evindeki taban halısını satışa çıkarttığını hatırlıyorum.

Öylesine sade bir yaşamları vardı ki, bunu yurtdışındaki gezilerinde de gösterdiler. Rahşan Ecevit bir yurtdışı gezisinde üzerinde basma elbiseyle görüntülenince çok kızmıştık; Türkiye’yi basma elbise ile temsil ettiği için… Gençlik işte; o yaşlarda mütevazı yaşamın ne anlama geldiğini kavrayamamışız. Onların lügatlerinde “tantana” ve “şatafat” cümleleri yer almıyordu.

Mütevazı Ecevit, bir o kadar da cesurdu. Öyle atıp, tutan içi boş cümlelerle kahramanlık taslayan bir yapıya sahip değildi. Söylemiyle eylemi aynıydı. ABD’ yi karşısına alıp, Kıbrıs’a asker çıkartan, Kıbrıs fatihiydi.

Bir sabah gürültü ile yataklarımızdan fırladık. Evin karşısındaki kahvede insanlar ayağa kalkmış İstiklâl Marşı’nı söylemekteydiler. Televizyonumuzu açtık, Ecevit konuşuyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a çıkmıştı. O günlerde Ayşe tatile çıkınca toprak kazanıyorduk. Günümüzde ise başımıza çuval geçiriliyor; Süleyman Şah türbesini omzumuza yükleyip tabana kuvvet kaçıyoruz. Bırakın Emevi camiinde namaz kılmayı, 18 adamızı Yunanistan’a kaptırıyoruz da gıkımız çıkmıyor… Suriye olayına hiç girmiyorum…

ABD’nin Haşhaş ekimini yasaklaması kararına “Yes Sör!” diyenlere inat, Nerde ne ekeceğimize kimse karar veremez! sözleriyle resti çekerek haşhaş ekiminin Türkiye’de serbest bırakılmasını sağlayan bir liderdi.

Çalışma Bakanı olduğu dönemde Türkiye’nin yıllardır üzerinde çalıştığı, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt gibi çalışma hayatına yepyeni bir soluk getirecek olan yasaları meclisten geçirmeyi ve yürürlüğe koymayı başaran bir siyasetçiydi.

O, İsmet İnönü ile birlikte Denizlerin idamına onay vermeyen iki siyasetçiden birisiydi…

Robert Kolej mezunuydu ve mükemmel İngilizce konuşuyordu ancak üniversite mezunu olmadığı için yasa gereği Cumhurbaşkanlığı yapamıyordu. Cumhurbaşkanı’nın üniversite diploması olması gerekmekteydi. Kendisine bu konuda yasa çıkartılması teklifini geri çevirecek kadar âdil ve dürüst bir siyasetçiydi...

Elbette hataları olmuştur ki o günlerde MSP’yi hükûmet ortağı olarak alması bugünlere gelen yollara döşenen taşların ilk basamaklarını oluşturmuştur. Ancak bu davranışında herhangi bir art niyet yoktur. O malûm zihniyete inanmış, barış içerisinde ülkeyi birlikte yönetebileceklerini düşünmüştü. Çok kısa sürede de yanıldığını anlayıp, istifa etmişti.

“Toprak işleyenin, su kullananın” sözleriyle halkın refahını düşünen, o hayalini kurduğu “Köy-Kent Projesi” nin hayata geçirilmesi için insanüstü bir çaba harcayan, halkın adamıydı.

İşçiler ve çiftçilerle yakın bağ kuran ender siyasetçilerden birisiydi.

İnce ruhluydu, zarifti. “Sayın” sözcüğünü ilk kullanan kişiydi. Türkçeyi mükemmel kullanan bir siyasetçiydi; bir şairdi. Belki de “Bir şeyler olacak yarın” derken bugünlere işaret etmekteydi:

Yarın

bir şeyler olacak yarın

duruşundan belli

kırdaki atların

bulutların koşuşundan belli

kazışından köstebeklerin

karıncaların telaşından belli

bir şeyler olacak yarın

belki bir tomurcuk

belki bir ağacın düşen yaprağı

belki de bir çocuk

pek o kadar göremesek de uzağı

kuşların uçuşundan belli

bir şeyler olacak yarın

öbür günden önemsiz

bugünden önemli

Bülent Ecevit, onurlu bir insandı ve yaşamı boyunca Türkiye’yi de onuruyla temsil etti. Hiçbir ülkenin ve şahsın önünde eğilmedi. Laiklik onun hayatında vazgeçilmez bir değerdi.

O bir özgürlük tutkunuydu; halkının umudu, Karaoğlanıydı!

Ya siz ne oldunuz?

Yarınların umutsuzluğu ve üzerimize çöken bir karabasan…