13 Temmuz Pazartesi günü Osmancık’ın meşhur doktorlarından halaoğlum Dr. Dursun Ugan 93 yaşında toprağa verilmiş. Ben Pandemi nedeniyle Yalıkavak’ta olduğum için cenazeye gelemedim. Allah rahmet eylesin ve nurlarda yatsın.

Almanya’da tıp tahsilinden sonra 1957’lerde Osmancık’a gelerek serbest doktorluk yapan Dursun ağabey, o yıllarda Osmancık’ta “ Alaman Doktor” namıyla ünlenmişti. Civar il ve ilçelerden Dursun ağabeye tedavi olmak için pek çok hasta geliyordu. Dursun ağabeyin tedavi şekli de çok ilginçti.

Gelen her hastanın neresi ağrıyorsa orasına iğne yapardı.

Dursun ağabey Osmancık Hükümet Tabibi iken, beni Osmancık İnal köyünde bir mezarın açılmasına götürmüştü. Trafik kazası sonrası ölen İnal’lı 35 yaşlarında bir bayanın babası “kızımı damadım zehirledi” diye şikâyet edince mahkeme mezarın açılmasına karar vermişti.  Öğleden sonra Dursun ağabey, ben ve iki jandarma köye gittik. Köy muhtarı ve halk da olayı merak ederek mezarlığa gelmişlerdi.  

Epeyce bir uğraş sonrası hava kararırken ancak sandık mezarı açabildik. Mezar açılınca muhtar ve köylüler korkarak kaçmışlardı.

Jandarmalar da korktukları için bizi uzaktan seyrettiler.   

Dursun ağabeyle ben mezara inerek bin bir güçlükle bayanı yukarı çıkardık. Üç ay önce gömülen cesette herhangi bir bozulma yoktu. Yalnızca cesedin burun kısmı çürümüştü. Dursun ağabey bayanın midesini açtı, “zehirle ilgili bir şey görülmemiştir.” diyerek raporunu yazdı.

Daha sonra bayanı aynı şeklide sarıp sarmaladık ve mezarına yerleştirdik.

Bu olay hayatımda tanık olduğum ve hiç unutamadığım en ilginç olaylardan birisidir. 

Dursun abim 1962’lerde Suzan Esmer yengemle evlendi. Çocukları olmadığı için Armağan adlı bir çocuğu evlat edinmişlerdi. Daha sonra evlendirdikleri  Armağan mutsuz bir evlilik sonrası boşanmıştı.

Dursun abimin Osmancık’ta, Yalova’da, Antalya’da ve İstanbul’da apartman ve daireleri vardı. Dursun abim, Suzan yenge öldükten sonra Dr. Dursun Ugan ve Suzan Esmer Ugan Eğitim ve Kültür Vakfını kurmuştu.

Sağlığında kendisiyle ilgilenen yeğenim Bekir Özata, Dursun ağabeyin, ölümü düşünmediği için herhangi bir vasiyet de bırakmadığını söyledi.

İnşallah, umuyorum o kadar mal ve mülk bu vakfa devredilmiştir.

Maalesef, Osmancık’ta ve Çorum’da soyağacı hazırlama kültürü gelişmediği için  hayat öykülerini böyle kulaktan dolma bilgilerle hazırlamak zorunda kalıyoruz.

Tanıdığım ve anladığım kadarıyla Dursun ağabey, hayattan umduğunu pek bulamamışdı. Sürekli bir gerilim ve arayış içinde yaşadı.

Çok şükür, elden ayaktan düşmemiş ama yine de acı bir hayat yaşadığı anlaşılıyor.

Yahya Kemal Beyatlı’nın İstanbul Park oteldeki ölüm döşeğinde;

“Ölüm kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin,

Yok mudur buna bir çare Ya Rabbel âlemin?” diyerek son nefesini verdiği söylenir.  

Halk ozanı Aşık Veysel’in ölümle ilgili aşağıdaki dörtlüğünü çok severim.

Aslıma karışıp toprak olunca / Çiçek olur mezarımı süslerim,

Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar / Gökyüzünde dalgalanır seslerim…

Ben de çok daha değişik ve garip bir yorumla ölüm sonrasını şöyle düşlüyorum.  

Ağlayarak gelmişim, gülerek gitmeliyim,

Kâinatın ve dünyanın sırrına ermeliyim,

Bir ömür yetmez bana, bin ömürdür dileğim,

Geldikçe gitmeliyim, gittikçe gelmeliyim…(Mehmet Özata)

13. yüzyılda yaşayan halk ozanı Aşki, ölüme daha gerçekçi yaklaşmış.

Veren de o, alan da o / Sen den ne gidecek?

Telâşını görenler can senin zannedecek,

Ademoğlu âleme üryan gelir, üryan gider,

Nâle vü efgânla giryan gelir, giryan gider…

(Üryan= Çıplak, Nâle=İnleme, Efgân=Acı, feryat, Giryan=Ağlayan,inleyen)