Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan Sayın Rektör üzerinden önemli bir konuyu yeniden tartışmaya başladık. Rektör atamaları veya görevlendirmeleri nasıl olmalı, hangi kriterler öne çıkmalı diye…

Atanan Sayın Rektör’e dair olumlu veya olumsuz bir kanaate sahip değilim.

Neden o atandı, neden başkası atanmadı kısmında da değilim.

Meriyetteki mevzuat çerçevesinde hukuka uyarlı olmayan bir durum yok. Kanunlar izin veriyor dolayısıyla bu şekilde olmuş.

Ancak, bir rahatsızlık da var. Bunu da görmezden gelemeyiz.

Dolayısıyla beklentimiz konu tartışılacak, eleştirilecek ve muhtemelen yeni öneriler ortaya çıkacaktır.

İş böyle giderse atama en azından bu kısmı ile gerçekten yararlı olur.

Ancak, olay şiddet ile sokak eylemleri ile götürülmeye çalışılır, konuya üniversite dışından müdahiller olur ise sadece kaosu, karmaşayı ve yanlışları büyütürüz…

Konu üzerinden bir sosyal şiddet devşirmek, hükümet düşürmek gibi bir cüretkarlık içine girilirse bunun acı sonuçları olur. Hiç kimsenin ülkeyi böyle bir yere çekme hakkı yoktur. Umduklarını bulamazlar ve altında kalırlar.

Gelelim konuya…

Üniversitelerimizde rektörlerin seçimle belirlendiği dönemlerin çok yararlı olduğu, başarılı sonuçlar verdiği düşüncesi içinde olan var mıdır, bilmiyorum.

Ancak, defalarca rektör seçimlerinde aday olarak da, seçmen sıfatıyla da bulunmuş birisi olarak kişisel fikrim üniversiteye yarar sağlamadığı, bölünmeleri getirdiği, bu bölünmelerin keskin husumetlere gittiği ve başarıyı engelleyen unsurlara dönüştüğü yolundadır. Bunun içindir ki, seçimden vazgeçilmiş ve atama yolu tercih edilmiştir.

Seçimlerin demokratik olduğu iddiaları da pek çok örnekle görülmüştür ki, doğru değildir.

Çok uç örnekler olacak ama biraz kıdemli akademisyenlerimiz gayet iyi bilir ve hatırlarlar ki, kendi oyu ile veya eşi ve kendi oyu ile rektör olmuş akademisyenlerimiz vardır.

Birinci olanın atanmadığı, hatta seçimlerde ilk üçte yer alanların atanmadığı onlarca örnek hafızalardadır.

Arka sıralardan atananların iyi yönettiğini, kötü yönettiğini tartışmıyorum… Keza ilk sıradan atananların üniversiteleri uçurduğunu da ifade etmiyorum, bunlar geride kaldı ama bu sistemin demokratik olduğunu nasıl savunabiliriz?

Üniversitelerimizi daha katılımcı, açık, şeffaf, vizyoner, kaynakları verimli kullanan, yarışan ve rekabet eden kurumlar haline getirmek istiyor isek tartışmaların seviyesini de yukarı çekmek zorundayız.

Üniversitelerimizin kapılarında, bahçelerinde, sosyal medyada kavga, kargaşa, şiddet, linç yaklaşımları ile mesafe alamayız. Buradan bir fikir, öneri çıkmaz.

Akademisyenler hırçın insanlar değildir, öğrenciler kavga için okula gelmiyorlar. Taraftarlarımız ve karşıtlarımız olamaz.

Akademisyenler olarak öğrencilerimiz, meslektaşlarımız, kürsülerimiz, sınıflarımız, kütüphanelerimiz ve laboratuvarlarımız vardır.

Öğrenciler için de üniversite her noktası ile evleridir, onlarındır.

Hiçbir sistem mükemmel değildir, hiçbir sistem üzerinde düşünülmez de değildir, ama önce daha aklı başında, üniversite ile ilgili öneriler olmalıdır.

Dönüp dolaşıp en iyi sistem seçimmiş gibi bir yaklaşımda tıkanıp kalmanın geleceğin üniversitesi ile bağı yoktur.

Seçilen iyi ve yetkin, atanan kötü ve yetersiz gibi bir basmakalıplar akademik akıl ile bağdaşmaz.

Bunun yerine yapılması gereken gayet açıktır, dünyanın en başarılı üniversite örneklerini ele alalım, kriterlerini inceleyelim ve bunların başarıya etkilerini ölçelim; tüm bunlardan hareketle sistemimizi geliştirecek önerilerde bulunalım.

Siyasi partilerimizin üniversitelerimizin geleceğine dair düşünceleri önemlidir. Siyasi partilerimiz de bunu yapsın, bir üniversite raporu hazırlasınlar, önce kendileri tartışsın sonra kamuoyu ile paylaşsınlar. Sonrasında tüm paydaşlar ile makul bir yol bulalım.

Cumhuriyetin 100. yılına dünyanın ilk yüzünde yer alan üniversitelerle girelim, hedefimizi bu yönde koyalım. Büyük Önder Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesi de bunu zorunlu kılmaktadır. Yakışan budur.

Her yıl yaklaşık bir milyon öğrenciyi kabul ettiğimiz, hali hazırda sekiz milyon civarında öğrenciye sahip bu güzide kurumlarımızın daha başarılı olması geleceğimiz açısından belirleyicidir.

Bu kadar büyük ve muazzam bir gücün üzerinde düşünülmeden yönetilmesi kabullenilemez.

Ancak üniversiteleri kavgaların, çatışmaların merkezi haline getirmek çok sakıncalıdır.

Henüz hayat deneyimleri yeterince oluşmamış gençlerimizin yüksek ideallerinin sömürülmesi, onların çatışmaların malzemesine dönüştürülmesi hepimize büyük zararlar verir.

Bunu geçmişte yaşadık. Defalarca hem de…