1960 öncesi ve sonrasının bilişim açısından çok farklıdır. Bundan önceki nesil interneti hayal dahi edememiştir. Bugün dünya küreselleşti. Bilgiye ulaşma adına Japonya ile Anadolu’daki bir köyümüzde yaşayan vatandaş aynı şeylere sahip. Çünkü anında görüntülü iletişim kurula biliniyor. Son 50 yıldır insanlar akrabalarından hızla uzaklaştı. Yakın gelecekte Allah korusun dünyada olduğu gibi ülkemizde de akrabalık yavaş yavaş bitecek. Çünkü artık öncelik sıralamalarımız değişti. Düğünlerde bayramlarda dahi köylerimize çocuklarımızı götürmekte zorlanmaya başladık. Ne acıdır ki, şehir hayatı, apartman hayatı sağlıklı iletişimi bitirdi. Yaşlılarımız yavaş yavaş çocuklarını evlerinde BALKON MAHKÛMLARI haline geliyor.

Eskiden evlerimizde dedelerimiz, ninelerimiz torunlarına masallar, hikâyeler anlatırdı. Şimdi onların yerini diziler internetler aldı. Çünkü dedelerin evde bilgeliği sona erdi. Torun internetten bir şeyler soruyor, dede: ‘Gel yavrucuğum sana dua öğreteyim’ diyor. Çocuklar dinlemiyor. ‘’Aile ortamı bitmek üzere. Dünyada devletten başka aileyi dert edinen yok. Bu yüzden Devlet Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruyor. Şunu unutmayınız ki; yakın gelecekte yaşlı bakım merkezlerine çok ihtiyaç olacak. Çünkü çalışan eşlerin apartman içerisinde yaşlılara, hastalara bakması imkânsız hale geldi.’’ (E. Göka)

Almanya da yalnız başına yaşayan yaşlı bir bayan kalp krizi geçirince, akrabaları ziyarete gelir. Ziyaret bitip vedalaşırken, ‘Bir isteğin var mı?’ Diye sorunca, ‘TEKRAR KRİZ GEÇİRMEK İSTİYORUM’ der. Bu cevap karşısında şaşıran ziyaretçiler, sebebini sorunca, ‘16 yıldır yalnız yaşıyorum. Siz dâhil kimse kapımı açmadı. Sizleri tekrar görebilmek için ancak kriz geçirmem gerekiyor’ diye cevap verir.

Yaşlı bir teyze kışı geçirmek üzere şehirdeki oğlunun yanına gelir. Oğlunun maddi durumu iyidir. Böyle olunca ev müsait ve her odada ayrı televizyon, çocuklara ayrı bilgisayar vardır. Fakat evde yemek harici kimseyle yan yana gelinmez. Herkes kendince takılır. Yani ayrı odalarda ya dizilere bakar, ya da internetle uğraşır. Bu duruma içerleyen yaşlı anne oğluna: ’Oğlum bu ne haldir, köyden geldim üç gün sizinle doya doya vakit geçirmek istiyorum ama yemek harici hiç birinizi göremiyorum.’ Deyince oğlunu derin bir düşünce alır. Ve hemen oracıkta diğer odalardaki televizyonları, çocukların odasındaki bilgisayarları toplayıp sığınağa koyar. Sadece salonda televizyonla, bilgisayar kalır. Ve aile efradını toplayıp;’ Bundan sonra başta ben olmak üzere; televizyona bakacakta, internete girecekte salonda olacaktır’ der. Ne dersiniz, güzel demi. Başarabilene aşk olsun.

Almaya da çalışan bir çilingircinin anlattıklarına göre; ‘Apartmanlardan gelen kötü kokular nedeniyle gelen ihbarlar sonrası, zaman zaman polisler eşliğinde kapı açmaya gittiklerinde, çalışan bir televizyon ve onun karşısında koltukta 5-10 gün önceden ölmüş, yalnız yaşayan yaşlı cesetleriyle karşılaşırlar. Ölmeyince kimsenin kimseden haberi olmuyor.

Bir örnekte Japonya’dan vereyim. Yalnız başına yaşayan ve vefat eden yaşlı bayanın vasiyeti ilginçtir. Vasiyetinde:’ Ben yıllardır yalnız yaşıyorum. Kimse kapımı açmadı. Halimi, hatırımı sormadı. Televizyonlarda olmasa, ben yaşayamazdım. Beni hayata bağlayan en yakın dostlarım televizyonlardır. Bu nedenle, TÜM SERVETİMİ TELEVİZYONLARA BAĞIŞLIYORUM’’ Diye yazmaktadır.

İşte Avrupa’nın geldiği durum böyle.azizim Aynı duruma gelmemek için şimdiden aileyi sağlam tutmak, çoluk çocuğumuza imkânlar dâhilinde akraba ziyaretlerini yaptırmak zorundayız. Yoksa yarın geç kalabiliriz. Eskiden gençlik yoktu. Evlatlarımız kısa çocukluktan sonra, evlenir topluma katılırdı. Ama bugün aynı şeyleri söylemek neredeyse imkânsız. Çünkü işe başlama yaşı çok yükseldi. Dolaysıyla bugün 25-30 yaşlarında işsiz olup, babadan harçlık almak zorunda kalan bir gençlik ortaya çıktı. UNESCO gençlik yaşının dünya da 28 olarak değiştirilmesini istiyor. Dolaysıyla işe giremeyen gençlik, evlenmeyi, çoluk çocuk sahibi olmayı geciktirmek zorunda kalıyor. Bir yerde de haksız sayılmaz. Babadan kendine harçlık isterken, evlilikle beraber çocukları içinde harçlık istemek zorunda kalacak. Bu durum ister istemez eziklik doğuracaktır.

Yapılan istatistiklere göre severek evlenenlerin % 30 evliliğin ilk beş yılında ayrılıyorlar. Çünkü cicim ayları bitince ben bunu nereden buldum? Diyebiliyor. Kalp kararmaya başlarsa, sevgi üretmemeye başlar ve neticede boşanmalar çoğalınca, en büyük sıkıntıyı da çocuklar yaşar.

Bugün dünyada; formatı bozulmuş anne- babalar çoğalıyor. Canından bir parça olan evladını çöp sepetine bırakabiliyor veya gözünü kırpmadan öldürebiliyor. Sosyal devlet anlayışıyla, hiç olmazsa bebekler ölmesin diye bugün Avustralya da hastane bahçelerine bebek kutuları konmaya başlanmış. Yasal olsun diye.

Mutlu aile ortamı kuramazsak aileyi dünyada iken bile ailemizi cehenneme çeviririz. Aile içi şiddetler eksik olmaz. Dolaysıyla cennete giden yolda yürümekte zorlanırız.

Sosyal devlet (bazı ülkelerde daha doğmadan maaş bağlanıyor) olmasına rağmen dünya da yaşlı intiharlarının en fazla yaşandığı ülkelerin başında Baltık Devletleri gelir. (Letonya, Litvanya, Finlandiya, Estonya, Rusya, Norveç, Almanya, Danimarka, İsveç, İzlanda, Polonya'dır. İzlanda ve Norveç) Bunun sebebine baktığımızda aile ortamı yok, aile olmayınca evlat yok. Hayattan beklenti yok. Gençlik yıllarında pervasızca kullanılmış bir beden ve yarın adına hiçbir önemi olmayan düşünce kirliği zihni kaplamış. Durum böyle olunca kurtuluşu intiharda bulacağına inanan insanlar göze çarpıyor.

Sevdiğim sözler: ‘’Önceden bedenler yoruluyordu, şimdi zihinler daha çok yoruluyor’’

*

Bak teyze,

Görüyor musun?

İşte emsallerin, yola çıkmış gidiyor bir bir

Sen de gideceksin, ama ne zaman, nerede kim bilir?

O halde vakit varken dikkat et, aklını başına topla,

Dedikoduyu bırak, kolu-komşunun kalbini kırma

Huzuru rahmana GÜHAH YIĞINIYLA varma!