17 Ağustos sabahı Türkiye yüzyılın en büyük felaketiyle uyandı. Tabiri caizse doğal afetler arasında % 70’şini oluşturan depremin gündemde olması açısından, yakın tarihimizin dönüm noktası oldu… O gün bugündür deprem denince mutlaka Marmara felaketi hatırlanıyor… Hatırlanması da gerekir. Bu bağlamda; Hasanpaşa kütüphanesinden aldığım, TDV tarafından bastırılan ‘’ Doğal Afetler ve Din’’ isimli kitapta Marmara depremi sonrası Sakarya’da bir din görevlisiyle yapılan röportaj dikkatimi çekti. Alacağımız dersler olabilir niyetiyle, siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim… Felaketin acı yüzünü bir başka açıdan görebilmek ve Çorum’da başlatılan temel afet bilinçlenmesi zincir halkasında samimi olarak bende varım diyecek yeni hemşehriler görebilmek adına…

sonrasında üç-dört günüm mezarlıkta geçti. Su yok, elektrik yok. Dağdan gelen iki çeşme var. Bunlardan birini kadınlara, diğerini erkeklere tahsis ettik. Her şey curcuna idi. Bende psikolojik olarak yıkıldım. Kefen yok. Herkes evlerden çarşaf getiriyor. Herkes ölüsünü bir an önce gömmek istiyor. Yalnız kaldım. Yardım için insan arıyorum. Kepçe getirttik. 458 kişi gömdük. Bir akşam et-balık kurumunun TIR’ı devlet hastanesinden ceset getirdi. Ardından bir başka kamyon geldi. ’’Bunlar nedir?’’ dedim. ’’Ölü dolu’’ dediler. ’’Yandık!’’ dedim. ( her mesleğin kendine göre zor yönleri vardır ) Ben cenaze yıkıyorum. Cenazenin yakınlarına ‘’şurasından tutun’’ diyorum, adamın tutmasıyla bırakması bir oluyor. Cenazeyi yatırıyorsun kiminin kafası yok, kiminin kolu yok… TIR’ da 35 kamyonda 15 ceset vardı. Ama bir taraftan da sallanmaya devam ediyoruz. Çeşme sallanıyor.

Yaşadıklarım beni çok etkiledi. Dün psikiyatriste gittim. Şimdi hap alıyorum. (Deprem sonrası Sakarya’da satılan ilaçların % 50’ nin anti-depresyon ilacı olduğunu biliyor musunuz?) Cesetler şişmişti, görüntü çok berbattı. Sonradan belediyeden 5 işçi geldi. Birisi hemen bayıldı. 17-18 tanesini tek tek elimizle indirerek gömdük. Ama daha sonra elaman kalmadı. Artık ikinci günden itibaren yıkamak mümkün değildi. Kimisi parçalamıştı, kimisine kokudan yanaşılmıyordu. Ağzımızı kapatıyorduk. Ama gözlerimiz yanıyordu. Artık gerisini kepçe ile uzunlamasına açtığımız çukurlara gömdük. Cesetlerin fotoğrafları çekildi, ama sonradan sadece 7-8 tanesinin kimlikleri belirlendi. Bu arada yukarı mahalle olduğu gibi koktu. Sonra... Belediyesinden ekipler gelip kireçlediler. Sonra da yağmur yağdı koku kayboldu.

Üç, beş, sekiz kişi kaybeden aileler vardı. Onların durumunu anlatmam mümkün değil. Yıkanmayacak durumda olan cenazelerin aileleri ‘’ hiç olmazsa namazı kılınsın’’ diye ısrar ettiler. Aslında yıkanmadıysa, namazı kılınmaz. Ama onları tatmin etmek için araba üstünde namazlarını kıldık. Bir keresinde tam namaza duracağımızda cesedin tam olup olmadığı aklıma takıldı. Cenaze sahiplerine ‘cenazenin azaları tam mı?’ diye sordum. Bu arada birisi diğerine : ‘’ABİ BİZ NE YAPTIK? KAFAYI İNŞAATTA UNUTTUK!’’ dedi. Ben bir hoş oldum ama kendimi çabuk toplayarak ‘’ gidip getirin, bekleyeyim’’ dedim. Gidip getirdiler. Daha önce bir başkaları da bir torba getirerek ‘’ hoca bunu gömüver!’’ dediler. ‘’ Bu nedir?’’ dedim.’’ Ceset’’dediler. Birkaç saç ve deri parçası vardı. Allah bana yardım etti. Şimdi ‘’ haftaya şu kadar normal ceset gelecek bunları gömeceksin’’ deseler mümkün değil yapamam. İmamlıktan ayrılmayı, bir başka kuruma geçmeyi düşünüyorum. Gelecek hafta Ankara’ya gideceğim. Biraz dinleneceğim. Gözüm bir başka yer görsün.’’ Hiç olmazsa Ankara yerinde duruyor!’’ diyeyim. Gözüm normal bir şehir görsün…’’

ÖZETİN ÖZETİ: Depremde acı vardır, gözyaşı vardır. Anaların ahı vardır. İşini, aşını, eşini kaybedenler vardır. Kimsesiz, öksüz, yetim kalan yavrular, yıkılan yuvalar vardır. Panik vardır, kargaşa vardır. Art niyetli insanlar vardır. Bir türlü gözü doymayan tamahkâr, doyumsuz insanlar vardır. Gerçek dostları tanıyabilme, gül ile dikeni ayırt edebilme imkânı vardır. Bunun yanında depremde, bir olma, omuz omuza verme, iki ekmekten birini değil, ikisini de veriverme, tanıdıkla, tanımadıkla paylaşma vardır. Kendi zarar görmese de tanımadığı afetzedeler için gözyaşı dökme, yetimin, öksüzün başını okşama, derdine merhem olabilme niyeti olanlar vardır… Velhasıl depremlerde hem olumlu – hem de olumsuzluklar vardır…

Temennimiz odur ki; olası depremlerde can ve mal kaybının en az seviyede olması için, depremlerle beraber yaşamak durumunda olduğumuzu asla unutmayalım. Ana sınıfından değil ana kucağından itibaren şarkılarla, türkülerle, oyunlarla bu tür eğitimlere başlayalım ve ona göre yetişkinler olarak ta sivil savunmaya önem verelim. Her kademede tedbirli olmaya ve oldurmaya çalışalım… Japonya gibi bizde afetleri, afiyette atlatmaya alışalım… Ne dersiniz? Cevabınız kocaman bir EVETSE buyurun temel afet bilincinin bir halkası olmaya…

*

‘’Bir tarafta deprem, bir tarafta sel, bir tarafta savaş, bir tarafta yangın //

Dünya genelinde Koranavirüs salgın // Ya rab, yoksa vakti Kıyamet mi yakın?’’

Kastamonu, Sinop, Bartın ve diğer bölgelerde yaşanan afetlerde hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet, sevenlerine sabrı cemil dilerim. Rabbim, altından kalkamayacağımız afetler yaşatmasın ama ‘’en iyi dua tedbirdir’’ diyen sevgili peygamberimizin uyarılarına da ciddi manada kulak vermek durumundayız. Yoksa afetler hep devam eder sadece şehirler değişir. Acılar baki kalır.