Thomas Edison bir gün eve geldiğinde annesine bir kağıt verdi ve “Bu kağıdı öğretmenim verdi ve sadece sana vermemi tembihledi”. dedi.

Annesi kağıdı gözyaşları içinde oğluna sesli olarak okudu:

“Oğlunuz bir dahi. Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin.”

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Edison’un annesi vefat ettiğinde, o artık yüzyılın en büyük bilim adamlarından biriydi ve bir gün eski aile eşyalarını karıştırırken birden bir çekmecenin köşesinde katlı halde bir kâğıt buldu ve alıp açtı.

Kâğıtta “Oğlunuz “şaşkın” (akıl hastası) bir çocuktur. Artık kendisinin okulumuza gelmesine izin vermiyoruz…” yazılıydı.

Edison saatlerce ağladıktan sonra günlüğüne şu satırları yazdı:

Thomas Alva Edison, kahraman bir anne tarafından, yüzyılın dâhisi haline getirilmiş, “şaşkın” bir çocuktu…

Üç arkadaş bir gece mezarlığın yanından geçerken tak tak diye garip sesler duyunca, hayalet olduğunu düşünerek titreye titreye sesin geldiği tarafa gitmişler.

Bakmışlar ki yaşlı bir adam elindeki çekiçle bir mezar taşına vurup duruyor.

Adama, ” Amca ne yapıyorsun, korkuttun bizleri” deyince, yaşlı adam,

“Adımı yanlış yazmış şerefsizler” demiş.

Yedi şiirimi çeşitli makamlarda besteleyen sevgili öğretmen, şair ve bestekâr dostum Ahmet Dalkılıç’ın şu dörtlüğünü çok severim.

Sevdim seni aylara yıllara sığmaz bu yürek

Sevdim seni ağlama ahh.. bana dönsen diyerek,

Sensiz ömrüm boşa geçti dinmedi acılarım,

Sürdüm yine kalbime sevgimi merhem diyerek.. (Ahmet Dalkılıç)

Fetöcü bir adam şöyle buyurmuş. “ Mahşer günü Yaradanın sorgusuz sualsiz cennete koyacağı tek camaat Gülen cemaatidir.” deyince, bunu duyan bir vatandaş,

“ Ahret sorularını da mı çaldınız ulan hainler? diyerek söylenmiş.

Hak için hak’tan yanayım, şaşmam adaletten.

Her türlü bela vız gelir, kaçmam melânetten.

İlâhi adalet mutlak tecelli edecek bir gün,

Ha cennet, ha cehennem korkmam kıyametten…(Mehmet Özata)

Bir şemsiye tamircisi yazmış olduğu şiirlerini incelemesi için Şekspir’e göndermiş. Şiirleri inceleyen Şekspir, “Dostum, siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, yalnızca şemsiye yapın” diye not yazarak şiirlerini geri göndermiş.

Şair Abdürrahim Karakoç’un çok sevdiğim şu güzel Mihriban adlı şiirini meşhur halk ozanı Musa Eroğlu besteleyerek muhteşem bir türkü yapmış.

Türküde, güfte ile beste öylesine örtüşmüş ki, televizyonlarda gözlerini kapatarak yanık yanık okuyan Musa Eroğlu’nu dinlemeye doyamazsınız.

Sarı saçlarına deli gönlümü / Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.

Ayrılıktan zor belleme ölümü / Görmeyince sezilmiyor Mihriban.

'Yâr' deyince, kalem elden düşüyor / Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor

Lâmbamda titreyen alev üşüyor / Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban…

Abdürrrahim Karakoç

Aziz Nesin’in “MUAMMA” adlı şiiri de başlı başına bir taşlama şahaseridir!
"Evrende nice sır varsa. / Hepsinden vermiştir haber"
Kuran'ı yorumlayıp da. / Dincilerimiz böyle der.
Bilinmez ne hikmetse. / Hep batılı icat eder.
Bir yandan atomu çözer, / Bir yandan uzaya gider.
Bizde "nurlu kitap" varken. / Niçin karanlıktır kader?
Acep İslam uyuklarken. / Kuran mı okur kafirler?...( Aziz Nesin)