Otobüsle bu sabah ( 3/11/17 Cuma) saat 07.30’da İstanbul’dan Osmancık’a

geldim. Yaklaşık bir yıldır gelemediğim Osmancık’ı çok merak ediyordum.

Osmancık’ta telefonla görüştüğüm arkadaşlarım, “Özata meşhur Koyunbaba

köprüsü onarımı, Kızılırmak yatağının genişletme çalışmaları, Osmancık Atık su inşaatı ve Doğalgaz çalışmaları Osmancık’ı tam bir şantiyeye döndürdü.” demişlerdi.

Ben de ilk iş olarak inşaat sahalarını yerinde incelemek için, bugün ortadaki köprüden Gemici mahallesine geçerek Ulusoy tesislerine kadar yürüdüm ve oradan İstanbul yolunda yürüyerek şehre geldim.

Gerçekten Osmancık tam bir şantiye alanına dönmüş. Şimdiye kadar çeşitli sebeplerle ertelenen bu yatırımların üst üste gelmesi haliyle şehirde bir takım sıkıntılara sebep olmuş. Hoş görmek lazım.

Ulusoy tesisleri karşısındaki ışıklı tabelada yazılı, “Sadrazamlar Şehri Osmancık ” ibaresi çok hoşuma gitti. Belediye Başkanımız Hamza Karataş’ı kutlarım.

Uzun bir yaz tatilinden sonra İstanbul’da yaşayan Osmancık’lılar olarak 28 Ekim Cumartesi günü Kadıköy Saray Muhallebicisinde toplandık.

Toplantıya Yakup Eken, Mehmet Haykır, Hayri Işık, Fazlı Kurşun, Hasan ve Hatice Küçük, Ramazan Karcı, Faruk Helvacı, Zekeriya Şen, Dursun Cankara, Hidayet Uyar, Ayhan ve Nilüfer Canver katıldılar.

Toplantı öncesi Samsun’da yaşayan Rıdvan Derindere aradı, uzun uzun sohbet ettik. Ankara’da yaşayan Şeref Özçelik’i ben aradım, halini hatırını sordum. Osmancık’tan Muammer Okutan, Mustafa Boyvat, Avni Kılıç, Ahmet Özbek ve Mustafa Uysaler arayarak Adatepe’den halimizi hatırımızı sordular.

Ben de telekonferans yoluyla seslerini toplantıdaki arkadaşlara dinleterek sohbetimizi karşılıklı muhabbete dönüştürdüm.

Sanatçılara, şairlere, yazarlara, müzisyenlere ve düşünürlere ayrı bir sevgi ve

saygı duyarım. Yaşamımıza anlam katan, bu güzel ve seçilmiş insanların yarattığı eserleridir. Şiir duygulandırır, şarkı ruhlarımızı yüceltir, kitaplar düşünce ufkumuzu açarak bizleri başka âlemlere sürükler.

Geçmişte yaşayan şairler zamanları bol olduğu için tabiatın bağrında, tabiatla

bütünleşerek olağanüstü güzellikte şiirler ve şarkılar yazmışlar.

Çağımızda ise insanlar zaman fukarası olduğu için derinliği olmayan, duygudan felsefeden ve sanattan yoksun acaip tekerlemelerle gençliğin şiir ve sanat

zevkini köreltiyorlar.

“Bu kız beni görmeli, bana kazak örmeli, bıraksana elimi, kıracan mı belimi ?”gibi zırvalıklar sanat diye yutturuluyor.

Bir de eski güzel şiir ve şarkılara bakalım.

Yıllar önce Cahit Sıtkı Tarancı üstadı bir anma gecesinde, Cahit Sıtkı’nın yazdığı

şu muhteşem şiiri değerli bestekâr Münir Nurettin Selçuk Mahur makamında bestelemiş ve şarkıcı Şevval Sam’da çok güzel okumuştu.

Ne doğan güne hükmüm geçer, / Ne halden anlayan bulunur;

Ah.. aklımdan ölümüm geçer; / Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki: / - Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki, / Gün eksilmesin penceremden!

Ben de aynı gece çok duygulanarak Cahit Sıtkı için aşağıdaki dörtlüğümü yazmıştım.

Cahit Sıtkı üstadı dün gece bir daha andık,

“Haydi Abbas” diyerek, asumana uzandık,

Acılarla geçen kısa ömrünün hatırasında,

“Otuzbeş yaş”la ağlayarak, üstadı selamladık…