Ölüm kaş ile göz arasında veya Mevlana’nın ifadesiyle iki ezan ortasında olup her canlı bunu tadacaktır. Ölüm kaçınılmaz olduğuna göre, insanoğlu da haklı olarak ölümünde, yaşamında hayırlısını ister.

İki sene önce Prof. Dr. A. Mete IŞIKARA hocamızı kaybettik. Namı diğer ‘Deprem Dede’yi’ ülkemizde tanımayan yoktur. Kandilli Rasathanesi müdürü olarak görev yaparken pek gündemde yoktu. Türkiye’nin en önemli depremlerinden biri olan Marmara depremini rasathane müdürü olarak sorumlu karşıladı. Çok iyi bir performans göstererek depremi soğukkanlılıkla karşıladı. O günden bugüne verdiği mesajlarda olası depremlere karşı hazırlıklı olmamızı isterken korkudan ziyade motive edici, sakinleştirici üslup kullandı ve Türkiye tarafından merakla takip edildi. Her sohbeti ve kendisiyle barışık hali büyükler kadar küçüklerinde dikkatini çekti. Kendisi de bu depremle beraber ülke gündemine girdi ve ünlendi.17 Ağustos depremiyle beraber siyasetle, bürokratla ve özellikle basınla ilişkilerini geliştirdi. Bu durum ülkemizde deprem ağının gelişmesine olumlu yansıdı.

‘’Bir memleketin en büyük hainleri işlerini güzel yapmayan ve takip etmeyenlerdir. Bundan daha büyük bela olmaz’’ (İş adamı) derken, bir başkası ‘Hayatın külü olmayın, koru olun, ısıtın, lezzet alın. Kendini yetiştirmeyen insan duman olur’ diye tavsiye de bulunur.

Işıkara hocamız,’Başarılı kişi, kayıtsız kalmayacak kadar kaygılı, korkmayacak kadar sakin, hareketsiz kalmayacak kadar yoğun, yaşam yorgunu olmayacak kadar dirgin, olduğu yerde duramayacak kadar hırslı olmalı’ misali ilerlemiş yaşına rağmen çocuklarla çok güzel iletişim kurdu. Bir anda olanların DEPREM DEDESİ oluverdi. Özellikle son yıllarda buna daha çok önem verdi. Sadece sözlü veya yansıda görsel olarak değil, deprem dede olarak gün oldu sıra kenarına, gün oldu duvar dibine korundu. Daha da olmadı çocuklarla beraber başını koruma altına alarak dışarı tahliye oldu. ’Söylersen unuturum, yazarsan yarısını hatırlarım ama yaptırırsan ve sende yaparsan hiç unutmam. İhtiyaç halinde aynen uygulamaya çalışırım’ sırrınca bizzat uygulamanın içinde bulundu. Okul ziyaretlerinde minikler onu çok sevdi. ‘Deprem dede, deprem dede’ deyip, bacaklarına sarıldılar. O da bundan büyük mutluluk duyardı.

İstanbul’da sık sık ziyaret ettiği bir okulda, deprem tatbikatı için teneffüste alarma basınca bahçe de oynayan çocukların içeriye girerek sıra altına saklanmak için koşuşturduklarını gözlemledi ve afet eğitimindeki yanlışlıkları medya aracılığıyla paylaştı ve ‘işte bakınız afet eğitimindeki halimize’ dedi.

Sivil savunma uzmanları derneği (SİSUD) tarafından Antalya’da geleneksel olarak düzenlenen seminerlere konuşmacı olarak katılan Işıkara Hoca ile yakın sohbet etme imkânı bulmuştum. Ortaköy Belediye başkanı Taner İspir arkadaşımız ve ben Işıkara hocamızla bir köşede oturup afet, deprem ve bu noktalarda neden sınıfta kalıyoruz konularında uzun uzun sohbet ederken, bir ara; ‘Sayın Hocam, sizin yeni başlattığınız (din görevlileri, muhtarlar, cami cemaati, velileri bilinçlendirme ) projeleri BİZ 10 SENE ÖNCE ÇORUM’DA başlattık. Fakat etiketimizde Prof., namımızda DEPREM DEDE olmadığı için Türkiye gündemine oturamadık’ dedim. Ve peşinden okullarda farklı bir tarzda yapılan deprem ve korunma yolları çalışmalarımızı anlatınca dikkatini çekti. ’Bu yaptıklarınla ilgili elinde belgen var mı?’ diye sordu. Ben de ‘ elbette var hocam’ deyince beni menajeri ile tanıştırdı. Ve o belgeleri bir dosya halinde kendilerine iletmemi istedi. Yaptığı bir projede Çorum yoktu. Bu sohbetten sonra o programa Çorumu da aldı… Bende 60-70 sayfalık bir dosya hazırlayıp Ankara’da ilgili arkadaşa verdim.

Rahmetli Işıkara hocamız, sivil savunma uzmanlarını çok önemserdi. Her vesile ile bu teşkilatın bel kemiği olan sivil savunma uzmanlarına gereken maddi-manevi desteğin mutlaka verilmesini arzu ederlerdi. Sivil savunma teşkilatının değişime uğramasıyla beraber, yıllarını bu mesleğe veren sivil savunma uzmanlarının atıl durumda kalmasının ülke açısından kayıp olduğunu düşünür ve bu nokta da etkili ve yetkililerle her görüşmesinde biz uzmanlar lehine bir şeyler yapabilmenin gayreti içerisinde olduğunu anlatmıştı.

Bir dönem siyasete soyunduğunu, bunda asıl amacının depremler açısından mecliste etkili olabilmek ve yıllardır savunduğu afet zararlarını en aza indirme projelerini hayata geçirebilmek olduğunu ama seçilemediğini anlatmıştı.

Bir yazar, ‘Başarılı kişi, kayıtsız kalmayacak kadar kaygılı, korkmayacak kadar sakin, hareketsiz kalmayacak kadar yoğun, yaşam yorgunu olmayacak kadar dirgin, olduğu yerde duramayacak kadar hırslı olmalı’ der. Bu bağlamda, Işıkara Hoca bir dönemi başlattı. ‘Hayatın gerçek amacı bilgi değil, eylemdir’ (H.Ford) sırrınca Türkiye’de ilk defa ANKARA KOCATEPE CAMİSİNDE ‘Deprem ve zararlarını azaltma’ konusunda merkezi sistemle 800 bin kişiye vaaz (konferans) verdi. Bu konuların cami cemaatine ulaşması açısından çok önemli bir uygulamadır. Doğrusu imkân verilirse, ‘deprem, ev kazaları’ konulu bir konuşmayı bende Ankara KOCATEPE CAMİSİNDE yapmak isterim.

Prof Dr Haluk Erdoğan’ın ifadesiyle; ’Işıkara Hoca kendisini Türkiye’de deprem zararlarının azaltılmasına vakfetti. Ömrünün son demine kadar da bunu sürdürdü.’

Usta şair Yavuz Bülent ölümün gizliliğini anlatırken, ‘‘Düşündüm musalla saltanatımı / En son bineceğim tahta atımı / Bir ayna karşısında kravatımı / Takarken ölebilirim’’ diyor. Ömür bir vesile ile bitiyor. Akif Dedemizin söylemiyle,’İnsan ölürse eseri, merkep ölürse semeri’ miras kalıyor. Önemli olan olumlu, insanlığın faydasına bir eser bırakabilmek. Yoksa gerisi angarya. (21.1.2013 tarihinde vefat etti.)

Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle; (2007) ‘’Cumhurbaşkanı olsan da, başbakan olsan da ne çıkar? Musalla taşına konunca BAŞBAKAN NİYETİNE denmiyor. ER KİŞİ niyetine deniyor. Ve akabinde 5-6 metre kefenle toprağın kara bağrına iniliyor...’

Hey gidi Koca Çınar hey! Sana da kalmadı bu yalan dünya, demek!

Bundan sonra çocuklar, tatbikatlarda DEPREM DEDE diye kime diyecek?

Başkasını bilmem amma, ben, konferanslarımda seni bir cümle yâd edecek

Ölümünün beşinci yıl dönümünde ruhun şad, ebedi mekânın cennet olsun